Archive for Şubat 2009

“BAHTİYAR VAHAPZADE VAR, 84 YIL YAŞAR”   Leave a comment

BAHTİYAR VAHAPZADE’NİN ARDINDAN…
ŞİİR KİTABININ İSMİ KADAR YAŞAYAN ADAM:
"BAHTİYAR VAHAPZADE VAR, 84 YIL YAŞAR"
Bu "internet çağı"ndan dolayı mıdır; "milletleri eritme"nin neticesi midir; nedir, fert ve cemiyet bazında da "vurdumduymazlıklar"ımız, "hassasiyet törpülenmeleri" arttı.Belki de, yıllardır, belki de çoğumuzun, "Ne olurdu da, şu acaip dönemi görmeseydim.." dediği, "millî şuur"un", "millî ruh"un "aşırı derece"de "törpülendiği, yedi yıla yaklaşan "acaip dönem"in neticesi…
"Kafa karışıklığı"nın, "aldatmaca-kandırmaca"nın tarihinin, çok eskilere, bir yazımızda da vurguladığımız üzre, "Kerbelâ Vâkıası dönemi"ne kadar gittiğini, 2002’ler Türkiye’sinde başlamadığının da şuurundayız…Türk Dünyası’nın "en ziyalı memleketi" olarak da tarif edilen "Azerbaycan" Millî Şairi Bahtiyar VAHAPZADE’nin vefâtını, "haber sitesi"nden öğrendiğimde; işte, yukarıdaki sebeplerden de olsa gerek, "sıradan bir haber" gibi geldi."Seçim süreci"nde olmamız da böyle törpülenmeleri tetikliyor olsa gerek.
Bundan altı-yedi yıl önceki "heyecan"ımızın, "millî"liğimizi, "hassasiyeti"mizin kalmayışının bizim dışımızdaki "etkenler"den kaynaklandığında hemfikirsek;kalan "heyecan" ve "hassasiyet"imizle, "sıradan", "aleladele" bir "şair" olmayan rahmetli Bahtiyar VAHAPZADE’yi "anlamaya", "hatırlatmaya" ve vefatı sebebiyle, bu şekilde "yad" etmeye gayret edelim.
"Televizyonlar Çağı"nda, Azerbaycan "XEZER/HEZER/HAZAR" televizyonunda, dün vefat eden(13.Şubat.2009) rahmetli Bahtiyar VAHAPZADE "özel", "yad" programında, "belgesel"de, bizzat rahmetli VAHAPZADE’nin dilinden fikirleri, sesinden şiirleri okundu, "düşünceleri" aktarıldı."Belgesel"de okuduğu, "1977 İstanbul"undaki "Ezan-ı Muhammedî"den etkilenerek yazdığı "Allahü Ekber" ve "Bir millet iki devlet"şiirini dinlemek nasip oldu. "Belgesel"in sonunda da, "Âşığım Muhammed’e(s.a.v.) "şiirini de, kendi sesinden dinledik.
Programda da dile getirildiği üzre, rahmetli VAHAPZADE, "Globalleşme"yi, yani "Küreselleşme"yi, "milletleri eritmek" olarak tarif etmesi, "Men globalleşmek istemiyorum. Men menim, Fransız, Fransız..Milleti neden globallaştırırsınız? ", "vurguları;rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK’e "benzetilmesi"ne rağmen; "En çok sevdiğim şâir Mehmed Âkif (ERSOY)’tir", ifadeleri;"Müslümanlar neden geri kaldı?" suâlini
cevaplandırırken; "Batı, Batı, Batı diyerek kendimizi Batı’rdık" tesbiti; "Millî Kimliği"mizi kaybetmeden, "kendimiz kalarak" "muasır ilimleri almalıyız" teşhisleri; "Azerbaycan Bayrağı"ndaki, Kırmızı, Yeşil, Mavi renkleri, "Türklüğümüz, Müslümanlığımız, Muasırlığımız" şeklinde anlamdırması hafızalarımıza nakşedildi.Kaldı ki, "Türk Bayrağı, İslâm Bayrağı’dır" mısraları da rahmetli VAHAPZADE’ye ait..Kemal GÜLEN’in "Koordinatörlüğü"ndeki "belgesel", rahmetli Bahtiyar VAHAPZADE’yi "tanımak", "aşina olmak", fikir ve görüşlerini, ilk elden, bizzat rahmetli VAHAPZADE’nin kendi sesi ve görüntüsünden öğrenmek mümkün oldu.
Kaldı ki bizler de, Üniversite talebelik yıllarımızda, Türk Fikir adamlarını "yakînen" de, bizzat da, görebilmek, sohbetlerini dinlemek nasip olmuştu."Yeşilay Cemiyeti Binası"ndaki mütevazı "Türk Edebiyatı Vakfı"nda, , rahmetli Cemil MERİÇ’in sohbetlerini de dinlemiştik..Rahmetli VAHAPZADE’yi ise, Allah kendisine hayırlı ve uzun ömürler versin, yine Türk Edebiyatı’nın "tanınmış kalemleri"nden Sevinç ÇOKUM’un, Türkiye Gazetesi’nin, Cağaloğlu’ndaki mütevâzı odasında gördüğümü hatırlıyorum…
Türkiye’mizde yayınlanan "Gün Var Bin Aya Bedel" şiir kitabını ise yine basıldığı yıl, 1992’de almışım.
"Gün var, bin aya değer"
"ömür var, Kadir Gecesi’ne değer"
"Bahtiyar VAHAPZADE var, 84 yıl yaşar"
"Bin ay’dan daha hayırlı gece…"
Bin’i 12’ye böldüğümüzde, 83,3333 yani diyelim 84 yıl, çıkıyor…
Rahmetli Bahtiyar VAHAPZADE de  "84 yıl "yaşamış…
1925-13.Şubat.2009…
Şiir kitabının ismi kadar yaşayan adam, rahmetli VAHAPZADE…
Bahtiyar VAHAPZADE VAR, 84 Yıl Yaşar…"
"Gün Var Bin Aya Değer" isimli  1992’de Türkiyemizde yayınlanan "şiir" kitabının ismini, yine 2008’de vefat eden rahmetli Cengiz AYTMATOV’un "Gün Olur Asra Bedel" isimli romanından mı "esinlendi", bilmiyoruz.Türk Edebiyatı’nın iki şaheseri de, "Kızıl totaliter sistem"in "Mankurtlaştırma/Kimliksizleştirme" uygulamalarına direnmekte idiler ve birbirleri ile de "iletişim"i olan edebiyatçılarımızdı…
"Gün Olur Asra Bedel…"
"Gün Var Bin Ay’a Değer…"
Zaman Gazetesi’nden Nedim YALÇIN’ın, 1993’te bizzat kendisi ile Azerbaycan’da yaptığı ropörtajda da(Zaman Gazetesi, 3 Mayıs. 1993) ifade ettiği üzre; "seviyesiz, alçak adamların, belden aşağı düşünen, menfaatçilerin sokak dedikoduları"ndan da "dert yanan" rahmetli VAHAPZADE,  âdeta günümüz Türkiye’sinin  "seçim süreci"ni hatırlattı.
Yine,  aynı ropörtajdaki, "Siyaset hatırına Ermenistan’a Türkiye hükümetinin yardım etmesi,Azerbaycan halkını üzdü" ifadeleri ise 1993’lı yıllar Türkiye’si ile 2009’lı yıllar Türkiye’sinde "değişen birşeyin olmadığı"dır.
"Batı, Batı, Batı diyerek, kendimizi mi Batı’rıyoruz ne?"
Ne zaman "özümüze döneceğiz", ne zaman "öz evlatlarımızla" barışacağız", ne zaman "kendisini/milletini delicesine" seven Oğuz-Türkmen çocuklarını anlayabileceğiz???
Ne zaman???
Televizyon ekranlarında, Türk Milleti’nin "asaleti"nin "soysuzlaştığı"nı, "dumura uğratıldığını" gösteren görüntüler ise aklımıza ister istemez, hele de şu "seçim süreci"nde, "Hadi diyelim, böyle seçmenlere bedava cep telefonları, lap toplar dağıtılsa, millet desteğimiz artacak gibi" dedirten "Genç Parti Vakıâları"nı hatırlatıyor…
Rahmetli Bahtiyar VAHAPZADE’yi "yad etme", "hatırlatma" ve "vefatı" üzerine düşüncelerimizi de yazabilme yolundaki bu yazımızı, "Gün Var Bin Ay’a Değer" şiir kitabındaki, "Bir Selâma Değmedi" şiiri ile noktalayalım.
BİR SELÂMA DEĞMEDİ
Bugün ben seni gördüm,
Selâm vermek istedim,
Yüzünü yana tuttun.
Söyle, yıllardan beri
Kalbimizin bir duyup
Bir çarptığı yılları,
Hani ne hız unuttun?
Beş yılda gözümüzden akan o kanlı seller,
Bir selâma değmedi?
Endişeyle, ferahla, gamla dolu yıllar
Bir selâma değmedi?
Hiç yüzüme bakmadan yanımdan nice geçtin?
Sen aşkın selÂmını korkuya mı değiştin?
Yoksa sen öz ahdine, ılgarına(ahd, vefa) ak oldun?
O kadar yakın iken bu kadar uzak oldun.
Şirin gülüşlerimiz, acı figanlarımız
Bir selâma değmedi,
Kaygılı anlarımız, kaygısız anlarımız.
Bir selâma değmedi
Sen ne yaptın bir düşün.
Yalnız şimdi anladım:Ah, sen daha benimçün
Elyetmez bir çiçeksin,
Yaşanmış günlerim dek geri dönmeyeceksin…
Kop ey tufan, es ey yel! Hezan olup dökülüp
Düz beş yıl yüreğimde,
Beslediğim muhabbet bir selâma değmedi.
Bir günlük hasretimi çekebilmeyen gülüm,
Ya ne oldu? Bu hasret bir selÂma değmedi?
Gittin, ardından baktım, can ayrıldı canımdan,
Ah çektim, başım üstte yapraklar esti, gülüm,
Senin kalbin esmedi.
Geriye de bakmadın.
Neden senin yolunu muhabbetin kesmedi?
Kazancımız de bu mu?
Denilmemiş o selâm, elvedamız oldu mu?
Sen bana zulüm eyledin bana zulüm yakışır,
Bir selâma değmeyen aşka ölüm yakışır.(Eylül 1961)
Allah(c.c.) rahmet eyleye…

Posted 14 Şubat 2009 by metgultekin in Genel

“DEVLET DÜŞMANI”   Leave a comment

"DEVLET DÜŞMANI"
‘İktidar Meyhanesi’ndekiler,
‘Devlet Düşmanı’ diyor bize
Kimbilir,
1369 yıl öncede,
Kerbelâ’da da,Hazret-i Hüseyin Efendimize de,
‘Devlet Düşmanı’ demişlerdi…
‘Devlet’in ‘D’sini bile,
Bilemeyecek olan;
"Biz Devlet’iz",
"Devlet biziz!" diyen zorbalar…
"Muktedir Meyhanesi"ndekiler,
"Devlet Düşmanı" diyor bize
Kimbilir, 1369 yıl önce de,
Hazret-i Hüseyin Efendimize de,
"Devlet Düşmanı" demişlerdi..
"Devlet"in ‘D’sini bilemeyecek olan,
"Biz Devletiz, Devlet biziz!" diyen zorbalar…
"Bu ülke"de, "Devlet biziz, biz devletiz!" diyen zorbalar…
"Devlet namına" "insan"ları yok edenler…
İsmet GÜLTEKİN
Terme, 10.01.2009

Posted 06 Şubat 2009 by metgultekin in Genel

29 MART 2009’DA,AK PARTİ “OSMANLI TOKADI” YİYECEK Mİ?   Leave a comment

29 MART 2009’DA, AK PARTİ "OSMANLI TOKADI" YİYECEK Mİ?
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com.tr/metgultekin@hotmail.com
29 Mart 2009’da, Türkiye’de "Mahallî İdareler Seçimi" yapılacak. Muhalefet çok ümitli. Mevcut siyasî iradeye "Osmanlı Tokadı Atacağız" diyorlar.
Bilhassa, 22 Temmuz 2007 "Genel Seçimleri"sonrası, zaman zaman "fiilî" olarak "ana muhalefet rolü"nü üstlenen ve önümüzdeki 9 Şubat 2009’da, "40.Yılı"nı kutlayacak olan "Milliyetçi Hareket Partisi" mensuplarınca yüksek sesli dile getirilen "AK Parti’ye, Yerel Seçimlerde Osmanlı Tokadı Atacağız" söylemi, seçmenlerde de etkisini gösterecek gibi. Kaliteli ve seviyeli adayları ile "Yerel Seçimlere"  büyük iştiyakla asılan  MHP’liler, "kemikleşmiş statükonun tuzaklarından da" kendilerini korumaya çalışarak, siyasî mücadelelerini sürdürüyorlar…
Zaman zaman "asrın davası" olarak da nitelenen"Ergenekon Terör Örgütü "ve en son da, Türk Milleti’ne yakışır "vakûr duruş" olan "Davos Krizi"nin, "Türkiyemizin yaşadığı "yerel seçim sürecine yönelik "yansımaları olduğunu iddia eden Türkiyemizdeki "muhalefet cenahı"nın, 29 Mart 2009 "Yerel Seçimleri"nde "rahat "olduğu da anlaşılıyor. Çünkü, 28 Mart 2004 Yerel Seçimlerindeki gibi "Ak Rüzgârlar esmiyor" ve muhalefetin elinde çok önemli kozlar da var.
Mevcut siyasî iradenin, zaman zaman Türk Milleti’nin ayaklarını yerden kesici "politikaları" ile "gerçek gündemi" unutturduğu iddiasında olan Türkiyemizdeki "muhalif çevreler", süresi gittikçe daralan ve yaklaşan yerel seçimleri, bir milat’a dönüştürmeyi de hedefliyorlar.
AK PARTİ’nin , zaman zaman "muhalefetsiz demokrasi" çağrışımları ve hatta "İslamcı Faşist " tavır ve baskıları da, kimi muhalifleri de ""Davos’taki patlamaya" benzer "patlamalara" da sürükleyecek kerteye doğru gidiyor.
 Kaldı ki, "Borç sarmalı ile dönen küresel ekonomik buhrana" rağmen, Türkiye’mizdeki çoğu sosyal dilim mensuplarını memnun etmekten de uzak olan mevcut siyasî iradenin, 30 Mart 2009 sabahı, çoğu "illerde" yaptığı "statükoyu tercih etmenin" bedelini ödeyip ödeyemeyeceği de merak ediliyor…
Hakkında "Devletleşen Parti, sistemleşen Parti" iddiaları da ileri sürülen AK Parti’nin, 30 Mart 2009 sabahına nasıl uyanacağı, bir hayli merak konusu…

Posted 06 Şubat 2009 by metgultekin in Genel

“DÜZEN-NİZÂM” HOKKABAZLIĞI   Leave a comment

"DÜZEN-NİZÂM" HOKKABAZLIĞI
Mefhumlar Kargaşasına Bir Misal:"Düzen-Nizâm" Hokkabazlığı
"BU DÜZEN DEĞİŞMELİDİR!" DİYENLER,
"BU NİZAM DEĞİŞMELİDİR!" DİYEBİLİRLER Mİ?
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com.tr/metgultekin@hotmail.com
12 Eylül 1980 Askerî Darbe’nin ardından, "fikir bütünlüğü" bozulan her renkteki "ideoloji" mensupları, "resmî propagandalar"la, muazzam "bombardırmanlara" maruz kaldılar.Hatta öyle ki,"Kızıl Rusya"daki Glasnot ve Perestteriko" ardından "İdeolojiler devri bitti, "Ülkücülük bitti" diyen "aydınlar" türedi..
Halbuki onlarda gayet iyi biliyorlardı ki, "fikirler" bitmezdi. Bitmeyeceğini, günümüz Türkiye’sinde yüzde ellilere doğru giden "internet kullanımı" ile daha iyi bir şekilde de anlamaya başladık.Biten "aydınlar"ın kendileri idi. Bitenler "Ülkücü Muhtediler kategorisi"ne eklenen "aydıncıklar" idi.
"Kerbelâ Vakıası" gibi "kafa karışıklıkları"nın günümüzde de yaşandığı zaman dilimlerinde, "rağmenlere rağmen" "fikir sistemi/sistem bütünlüğü" içerisinde düşünmeyi devam ettiren "ziyalılar"ın da, "hayretlerde, gümanlarda" kaldığı günümüzde…O kadar çok "mefhumlar kargaşası" yaşanıyor ki! "Şuurlu, yetişmiş kitle önderleri" ve "yazar-çizerler" bile, bu "mefhumlar anarşisine" misal teşkil edebilecek "lakırdılar" etmekten geri durmuyorlar.
Bazı yazılarımızda, yazı içerisinde, cümle cümle dile getirdğimiz "düzen" ve "nizam "mefhumlarının "yanlış" kullanımını, bu yazımızda, müstakilen ele almaya çalışacağım.
"Yıkalım bu köhne düzeni…"
"Yıkılsın Liberal-Kapitalist Düzen!…"
Ve "Medeniyet Buhranı"nı yaşadığımız zaman diliminde, "Faizsiz Adil Düzen Sistemine Doğru", "Adil Düzen" "tekerlemeleri…."(1)
"Necmettin Erbakan’ın Adil Düzen’le vaad ettiklerini ABD yapıyor…" "lakırdıları…"
Ve yine "Ülkücü Alperen Liderler"ce seslendirilen;"Bu düzeni ancak biz değiştiririz "naraları…
Benim bile yıllarca "Rus Kızıl Marşı "olarak bildiğim "120 yıllık devrim sevdası:Enternasyonal Marşı"ndaki mısralar:
"Uyan artık uykudan uyan
Uyan esirler dünyası
Zulme karşı hıncımız volkan
Bu ölüm dirim kavgası
Yıkalım bu köhne düzeni…"
Meğerse benim bile "Moskof Kızıl Marşı "olarak bildiğim ve "Beynemilel" gibi bazı "12 Eylül Filmleri"nde de dinlediğim "Enternasyonal Marşı, "Fransız Proleter", "Fransız Sosyalist" Eugene Potier’inmiş. "Fransız İşçisi Eugene Pottier"in 1870’de yazdığı ve 1888’de de yine bir başka Fransız İşçisi Pierre Degeyter’in bestelediği "Marş"mış! 1883’lü yılların Fransa’sası…(2)
Yine "hastalıklı zihniyetleri" deşifre "ederken kullanılan cümleler:"Türkiye’de düzen bozuktur. Bozuk düzen’de bozuk işler yapılabilir de. Yanlıştır tabii."(3)
Hele de "Millî Görüş/Erbakan Hareketi"nde, günümüzde de "tekerleme" gibi kullanılan "Adil Düzen" mefhumu…Önceki yazılarımızda da sormuştuk:O zaman niye "MillÎ Düzen Partisi "diye isimlendirmediniz, "ilk siyasî partinizi" demiştik.Niye "Adil Nizam" diyemiyorsunuz da, 2009’lar Türkiye’sinde bile hâlâ "Adil Düzen" diyorsunuz???
"Şairler Sultanı" rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK, bir şiirinde;
"Ey genç adam,
Bu düstur sana emanet olsun!
Ötelerden habersiz nizama lânet olsun"diyordu…
"Ötelerden habersiz düzene lÂnet olsun" demiyordu…
Hâlâ "Yeni Dünya Düzeni Şart" "lakırdıları…"Yeni Dünya Nizamı" mı şart; "Yeni Dünya Düzeni" mi Allah aşkına?(4)
"Ülkücü/Mefkûreci Sinemacımız" Mesut UÇAKAN’ın bir filminde, yine "Ülkücü/Mefkûreci Nesil" nâmına bir Türk Genci şöyle haykırıyordu:"Bir nizam özlüyorum!!!"
Ne güzel, ne şuurlu haykırış:"Bir nizam özlüyorum!…"
"Bir düzen özlüyorum!" diye haykırmıyordu?
"Nizam köpürüyor, med vakti bu an…"
Acaba, "müesses nizam"ı hemencecik "kurulu düzen"; "nizam-ı âlem"i de hemencecik "kamu düzeni" olarak, parantez içlerinde sahiden yazabilir miydik? Yazılabilir mi?
O hâlde sorulması elzem suâl şu? "Bu düzen değişmelidir!" diyenler, "Bu nizam değişmelidir!"; "Biz düzene karşıyız!" diyenler, "Biz nizama karşıyız!" diyemeyeceklerine göre; böyle bir "mefhumlar kargaşası"nı nasıl izah etmeliyiz?
"DÜZEN DÜŞMANLIĞI"MI? "NİZAM DÜŞMANLIĞI"MI?
Meseleyi izah etmemize, hızır gibi yetişen; hâlen haftada bir STAR Gazetesi’nin "Açık Görüş"ünde yazıları neşredilen; bir zamanlar Türkiyemizde, "Milliyetçi-Ülkücü Neslin" "yabancı ideolojilerle fikir mücadelesi"nde, "kafa karışıklığı"nı gidermeye gayret eden, "İdeolojiler Vadisi’nde Sistemli Düşünme"yi pekiştiren, Prof.Dr. İskender ÖKSÜZ, namı diğer "Ayhan TUĞCUGİL" yetişiyor.
Günümüzde "kartaloz Marksist Ömer’in Birikim’i" kalitesinde çıkan, "Milliyetçi-Ülkücü Camia"nın "Millî Eğitim ve Kültür Dergisi"nin Mart 1979 tarihli ikinci sayısında, ÖKSÜZ’ün, namı diğer TUĞCUGİL’in-ki bildiğim kadarı ile de Emine IŞINSU Hanımefendi’nin de Bey’idir- yazdığı "Fikir Sistemleri Savaşında Ölüler ve Yaralılar" yazısı.
"Fikir sistemleri/İdeolojiler kavgası"nda, "kafa karışıklığı" yaşayıp da, fikren "yaralanan" ve yine fikren "ölen" "nesilleri" uyaran TUĞCUGİL, bilhassa dört başlıkta topladığı, "Materyalizm-İdealizm", "Emperyalizm", "Ekonomizm" ve "Düzen Düşmanlığı" hususlarını "sistemli düşünme/fikir sistemi" bütünlüğünde izah ediyor…
Bahse konu "Düzen Düşmanlığı" başlığında ise asıl mevzuumuz olan "Düzen" ve "Nizam" "mefhum kargaşalığını" sabırla" açıklıyor.
Tabii asıl sebep, günümüzde de olduğu üzre "Sol propaganda gücü ve üstünlüğü…" "Komünist/Bilimsel Sosyalistler"in "propaganda gücü", "propaganda üstünlüğü…"
Meğerse, hadi diyelim "Türk Sağı" mensuplarınca, günümüzde, 2009’lar Türkiyesi’nde bile kullanılan"Düzen/Nizam mefhumlar kargaşası"na misallerin olması, böyle "Türk Solu’nun propaganda gücü ve propaganda üstünlüğünün yansıması" imiş…
Hadi diyelim "Sol ideolojik taarruz, ""Düzen yıkılmalıdır" tavizini koparmak için, "iki kurnazca taktik" kullanmış.Biri, "kelimeyi değiştirip", ""Nizam"ı unutturup, yerine "Düzen"i yerleştirmek. İkincisi ise "Düzen" kelimesini "Marksist Sol terminoloji"ye de uygun olarak "alt yapı" manasını yüklemek…TUĞCUGİL’in de vurguladığı üzre, "Alt yapğı değişmelidir" deseydi, "güçsüz" kalırdı. Taktik gereği düzen= alt yapı"formülünü şuuraltına yerleştirdikten sonra, "Türk Sağı"nın algıladığı" Düzen= Bütün kötülüklerin kaynağı", "alt yapı"ya dönüşmüş oluyordu…
Ve yine "sol terminolojiye" uygun olarak, "düzen "deyince, "insanlık tarihindeki beş düzen aşaması", "İlkel komünal, Köleci, Feodal, Kapitalist ve Sosyalist Düzen" anlaşılıyordu.Aslında, "Düzen’in değişmesi", bir safhadan başka bir safhaya geçişi ifade ediyordu.Bu sebeple "düzenin değişmesi", "ihtilal", "devrim" demekti…
"Bütün kötülüklerin kaynağı=Düzen" algılamasında olan "Türk Sağı" mensupları, "ilk yarayı" alınca, bu sefer de "Biz bu düzene taraftar mıyız? Bu düzen bizim düzenimiz mi?" suâlini sorar diyen TUĞCUGİL; "komünist saldırının iki taktiğini de geriye doğru işletmek lazım" dedikten sonra, "Önce "düzen" kelimesini bırakalım ve yerine "nizâm"ı koyalım. "Biz düzene karşıyız!" Bir tepki uyandırmıyor değil mi?Bir de şöyle deneyelim: "Biz nizâma karşıyız!" Bırakın iç nizâmı, asırlarca "Nizâm-ı âlem Ülküsü"ne yönelmiş bir milletin çocuklarında bu son ifade mutlaka bir irkilme yaratır. "Düzen" e karşı olan kurtarıcı gibi görünse de, "nizâma karşı" olan en iyi ihtimalle anarşisttir" demekte.
TUĞCUGİL, "komünist saldırının ikinci taktiği"ni ise "Bu "düzen değişince kötülükler ortadan kalkacaktır. Ve bu "düzen" büyük çapta "ekonomik" bir şeydir. Kötülükleri ve iyilikleri sadece iktisat mı tayin etmektedir?Evet, dersek, "hoşgeldin tarihî maddecilik" diyen TUĞCUGİL, "Milliyetçinin-tabiki fikir sistemi/sistemli düşünmeyi kavramış olanı-; "Kötülük ve iyilikleri sadece iktisat mı tayin etmektedir? suâline "Hayır!" der.."Düzen değişikliği tek adımlık bir sıçrama mıdır?" suÂline de yine "hayır!" der…
Ve TUĞCUGİL, "taşı gediğine koyar":"Düzen" sadece ekonomik değilse ve değişverince kötülükleri yok edecek bir sıçramayı da ifade etmiyorsa, "Düzene karşıyım" sözünde ne mânâ kaldı? Hiçbirşey…Hele "Nizama karşıyım!" dersek bu "hiçbirşey", disiplinsizliğe, anarşiye dönüşür. Çaresi yoktur: İki taktik, yani düzen-nizam hokkabazlığı ve tarihî maddeciliğin maskelenerek ifadelere yerleştirilmesi çözüldüğü anda iddianın ancak Marksistlerce kabul edilebileceği apaçık ortaya çıkmaktadır",
demekte…
Yine "İdeolojiler Vadisi"nde "namzet yaralı veya ölü"ler, "Yani biz bu düzene taraftar mıyız? Bu düzen bizim düzenimiz mi?, diye suâl eylediğinde, TUĞCUGİL, "sabırla" şu izahı yapıyor:"Sizin "düzen" derken kastetdiğiniz şey "vurgunculuk", "hırsızlık", istismar", yani Türkiye’nin çektiği sıkıntıların iktisadî olanlarıdır. Ama bunların adı "düzen" değildir. Bunların adı "vurgunculuktur", "hırsızlıktır", "istismar"dır ve başka iktisadî meselelerdir. Biz yalnız bu iktisadî bozukluklara değil, iktisadî olmayanlarına, meselâ ahlâksızlığa, felsefesizliğe, kültürsüzlüğe, inançsızlığa, ülküsüzlüğe ve daha birçok şeye karşıyız. Ve iddiamız, fikir sistemimizin iktidarında bunları yok edeceğimizdir. Ama bunların hiçbirinin adı "düzen" değildir. Vurgunculuk, hırsızlık, istismar, ahlâksızlık, felsefesizlik, kültürsüzlük, ülküsüzlük "nizâm" olamaz. "Düzen" olamaz.Olsa olsa "nizâm yokluğu", "gayr-ı nizâmlık", "düzensizlik" olabilir. Menfî ile nizâm zıt şeylerdir. Menfîlerin nizâmı olmaz. Ancak müsbetlerle nizâm kurulur. "
"Bu şartlara taraftar mıyız? Bu şartlar bizim şartlarımız mı?" suâlini ise TUĞCUGİL, yine "Hayır!" şeklinde cevaplandırdıktan sonra; "Biz, Türk Milleti’ni bu kötü şartlardan kurtarmak için iktidara talibiz…Nizamsızlığa son verip nizamı tesis etmektir. Düzensizliğe dur deyip düzeni kurmaktır. Nizam-ı âlem’i tesistir." şeklinde açıklamakta…(5)
Demek ki,bir zamanlar, "Kavgamız Vurguncu düzenedir düzene!" derken de, "Yıkılsın Liberal-Kapitalist Düzen" diye duvarları boyarken de, hattâ "Düzen-Dışı" ismi ile "Gazete Köşelerini" isimlendirirken de, "Sol terminolojinin propaganda gücü ve üstünlüğünün, taktiğinin ""etkisi"nde kalınılmış!!!
"Düzen bozuk…" "Bozuk düzen…" lakırdıları da…
Demek ki, "düzeni değiştireceğiz" derken; "sol terminolojinin tuzağı"na düşüp, "bir sınıf aşamasından başka bir sınıf aşamasına geçişi"çağrıştırmışık!!! "İhtilali", "Devrim"i "çağrıştırmışık…"
Demek ki, "Yıkalım bu köhne düzeni!", "Fransız Sosyalistleri"nin, "Fransız Proleter"lerin, "Fransız İşçi Sınıfı"nın "lakırdıları" imiş! "Enternasyonal" mısralar imiş…
Demek ki, hadi yine diyelim "Türk Sağı" tabanının "düzen" mefhumu algılaması "bütün kötülüklerin kaynağı" anlamında imiş ancak "bütün kötülüklerin de kaynağı sadece(tekli izah) ekonomi/iktisad" değilmiş…
Demek ki, "düzen düşmanlığı jargonluğu", bir "Marksist Sol jargonmuş!…"
Demek ki, "nizâm-ı âlem" mefhumumuzu, hemencecik "Düzen-i âlem" veya "kamu düzeni" diye de algılayamazmışık!!!
Evet, "soğuk harp yılları" geride kaldı(!).Ancak, "İdeolojiler Vadisi’nde Sistemli Düşünme"yi yeniden kavrayabilmek elzemmiş!
1369 yıl önceki,"Kerbelâ Vakıası" ki, "kafa karışıklığı"nın en kesif olduğu zaman diliminde olduğu üzre, günümüzde de, "kafa karışıklığı" yaşamamak için "mefhumlar kargaşası"nı çözebilmeliymişiz!
Evet, "Bir Nizam Özlüyorum!"
Dip Notlar:
(1):Reşat Nuri Erol, "Tıkanan Sistem ve Kolaylıklar" Millî Gazete, 13 Aralık 2008 ve "Faizsiz Adil Düzen Sistemine Doğru", Millî Gazete, 24 Aralık 2008
(2): Cumhuriyet Gazetesi, 7 Ağustos. 2008, Perşembe, sayfa 7
(3): Mehmed Şevket EYGİ, STAR TV, Canlı, Uğur DÜNDAR’ın programı,00:34, 07.Ekim.2008
(4): Anadolu’da VAKİT Gazetesi,20.11.2008, Perşembe
(5): Ayhan TUĞCUGİL, "Fikir Sistemleri Savaşında Ölüler ve Yaralılar", Millî Eğitim ve Kültür Dergisi, Yıl:1, Sayı:2, Mart 1979, sayfa 246, 247, 248, 249 ve 250
Gönderen ismet zaman: 13:54 0 yorum 

Posted 06 Şubat 2009 by metgultekin in Genel

“DOĞU ANADOLU GERÇEĞİ”   Leave a comment

Seyyid Ahmed ARVASÎ HOCA’nın Vefâtının 20. Yılı Hâtırasına-1
       "DOĞU ANADOLU GERÇEĞİ"(*)
İsmet GÜLTEKİN
ismet_gultekin@mynet.com/metgultekin@hotmail.com
           Bir "Doğu Anadolu Çocuğu" olan rahmetli Seyyid Ahmed ARVASÎ Hocamız, 1986’da, "Doğu Anadolu Gerçeği" isimli eserini yayınladı. "Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü" , "Boğaziçi" Yayınları" gibi muhtelif yayınevlerince, defalarca yayınlanan bu kıymetli eser,günümüzde de, 21. asırda da, 2009’lu yıllarda da, hararetle tartışılan "Kürt Mes’elesi"(?) ve "Kürtçe"(?) mevzularını, gripsiz ve virüssüz bir şekilde, tamamıyla millî, İslâmî  ve insanî bir perspektifte anlamamızı sağlayacak,  revaçta olan her türlü "kafa karışıklığı"na çare olabilecek,  "ilmî " cevaplarla, izahlarla dolu bir eserdir.Rahmetli ARVASÎ Hocamız, bu eseri ile vakıaların temeline, kendine has "metodu" ile iniyor, yayınlandığı yıllarda ve günümüzde de "devlet ricali"ne ışık tutmaya çalışıyor. "Aldatılmış", "kukla", "piyon" olmamaları için de, bütün Türk Gençliğini uyarıyor…
           "Doğu Anadolu Gerçeği" isimli eserinde, Türkiyemizde "Şark Mes’elesi"ne vücud veren tarihî, harsî, içtimaî, coğrafî, iktisadî, ruhî/psikolojik, idarî, siyasî ve milletlerarası çatışmalara ve emperyalist oyunlara bağlı âmiller, detaylarıyla incelenmekte, ortaya konulmaktadır.
Eserin tamamı okunduğu zaman görülecektir ki, "şer kuvvetler"in propagandaları, her türlü ilmî dayanaktan mahrum, havada kalan iddialardan başka birşey değildir.
Tarih boyunca, "Kürdistan" diye bir coğrafya ismi olmadığı gibi, "Kürt Devleti" diye bir "devlet" de, hiç mevcut olmamıştır. "Kürt" diye bir kavim ve "Kürtçe" konuşan bir cemiyet, tarihte görülmemiştir. İçinde "Kürt" kelimesi geçen tek belge, Yenisey’de bulunan "Anıt-Mezar"dır ve kitâbesi Türkçe olup, Gök-Türk alfabesi ile kaleme alınmıştır. "Kürt" diye anılan boy, Turanî olup Türk soyundan gelmektedir.
            "Kürtçe" diye ayrı bir dil(!) yoktur. "Kürtçe" tabir edilen ağız, kültür sürtüşmeleri sonucunda ortaya çıkmış,bozulmuş bir Türkçe’dir. "Kültür emperyalizmi"ne çok açık olan bu bölgemize, "Devlet’in göndereceği kadroların titizlikle seçilmesine riayet edilmesi, idealist kadrolarla bölgedeki ihtiyaçların giderilmesi gerekmektedir.
Rahmetli ARVASÎ Hocamız, yukarıda zikredilen görüşlerine ilaveten, yine aynı eserinde, birçok iddiaları çürütecek, daha değişik ifadelere de yer vermektedir. Dikkatimizi çeken bir husus da, "siyasî kürtçülük" yaparak emperyalizm’in emellerine alet olan çevreler arasında, seksen öncesinde de, "milletvekili" konumundaki insanların da bulunmasıdır. Düşünebiliyor musunuz, bir "milletvekili", "siyasî kürtçülük" yapanlar gibi düşünebiliyor, "Kürtlere özgürlük" isteyebiliyor!!!
           "Doğu Anadolu Gerçeği" isimli, hacmi küçük ancak muhtevası ve ehemmiyeti  çok büyük olan eserinde, rahmetli ARVASÎ Hocamıza göre asıl mes’ele, tamamı ile Türk Devleti’ni parçalama ve Türk Milleti’ni bölme oyunlarından ibarettir… Bütün maksat, Türkiyemizi bölmek, Orta-Doğu’ya konmak ve İslâm Dünyası’nı daimî bir sömürge statüsü içinde yiyip bitirmek…Bunun için, Hıristiyan Roma, Kızıl Moskof, kindar Fransa, kurnaz İsrail, fırsatçı Yunanistan ve daha niceleri, Müslüman-Türk’ün yıkılması ve İslâm Dünyası’nın sömürgeleşmesi için elele vermiş bulunmaktadır.
            Yazımızın  bu ilk bölümünü, rahmetli ARVASÎ Hocamızın,yine aynı eserindeki( "Doğu Anadolu Gerçeği")  şu ifadeleri ile bitiriyoruz:" Şimdi, biz yalnız propaganda ile yetinmeyen vatan çocuklarını, çeşitli tertip ve oyunlarla kandırıp silahlandıran, iç savaşlara ve silahlı eşkıyalığa iten kahpe bir cephe ile karşıkarşıyayız. Ermeni ve bölücü teröristleri, açıkca himaye eden, akan Türk kanına aldırmayan, Türk’ün ve İslâm’ın gözyaşlarını sadistçe bir zevkle seyreden, kancıkça oyunlar tertib eden düşmanlarımız, artık apaçık ortadadır. Vatan çocuklarını, şu veya bu şekilde kandırarak gerilla eğitimine tabi tutan, ihanet için şartlandıran bu çevrelerin ve onlara alet olan sözde hükûmetlerin faaliyetlerini artık görmemek mümkün değildir. Düşmanlarımız artık açıkca ve pervasızca saldırmaktadırlar."
(*): S.Ahmet ARVASÎ, "Doğu Anadolu Gerçeği", Boğaziçi İlmî Araştırmalar Serisi:7, Boğaziçi Yayınları, Ankara 1992

Posted 06 Şubat 2009 by metgultekin in Genel

ARVASÎ HOCA’NIN “KÜRTÇE”YE BAKIŞI   Leave a comment

Seyyid Ahmed ARVASÎ Hocamızın Vefatının 20. Yılı Hâtırasına-2(Son)
ARVASÎ HOCA’NIN "KÜRTÇE"YE BAKIŞI
ismet_gultekin@mynet.com/metgultekin@hotmail.com
 Kendisi de bir "Doğu Anadolu Çocuğu" olan rahmetli ARVASÎ Hoca’mız "Kürtçe"ye ne şekilde bakmıştı? "Kürtçe" hakkındaki görüşleri nelerdi? "Kürtçe"yi nasıl değerlendiriyordu?"
Bu suâllerin cevabını, 12 Eylül 1980’den altı yıl sonra yayınladığı ve muhtelif yayınevlerince defalarca neşredilen, hacmi küçük fakat ehemmiyeti çok büyük olan "Doğu Anadolu Gerçeği" isimli eserinde "müstakilen" değerlendirmiş ve "görüşlerini" izah etmişti. "Müstakilen" diyoruz, çünkü "Türk-İslam Ülküsü", "Hasbihal", "Size Sesleniyorum" gibi eserlerinde, "Kürtçe" hakkındaki görüşlerini öğrenemiyoruz.
Günümüzde bazı çevrelerce ısrarla "Kürt Mes’elesi" olarak takdim edilen Türkiyemizin "Doğu ve Güney-Doğu Anadolumuz"un mes’elelerine bakışını, temelde "Şark Mes’elesi" ile temellendiren rahmetli ARVASÎ Hocamız, "Türkiye’de Şark Meselesi"ne vücut veren menfî âmiller şöylece özetlenebilir" dedikten sonra,"Tarihî âmiller, harsî âmiller(Kültür faktörü), içtimaî âmiller(Sosyal faktörler), coğrafî âmiller, iktisadî âmiller, ruhî âmiller(Psikolojik faktörler), idare ve iç siyaset âmilleri ve sekizinci olarak da, milletlerarası çatışmalara ve emperyalist oyunlara bağlı âmiller" başlıkları altında, "mesele"ye izahlar getirmekte.
Okurlarımızın da tahmin edeceği üzre, "Kürtçe"ye bakışını, "tarihî âmiller", "harsî âmiller(kültür faktörü) ve "milletlerarası çatışmalara ve emperyalist oyunlara bağlı âmiller" kategorilerinde izah etmektedir. Bilhassa "Kürtçe ayrı bir dil, ayrı bir lisan değil, ağız’dır" şeklinde hülâsa edilebilecek "bakışını", "Doğu Anadolu Gerçeği" isimli eserinin 24. sayfasından 35. sayfasına kadar açıklamaktadır…Yine bilhassa, yukarıdaki kategorilerden en sonuncusunda ise "Amerikalı Barış Gönülllüleri"nin "Doğu ve Güney-Doğu Anadolu"muzdaki okullarımızın sınıflarına kadar girerek, "Kürtçe ayrı bir dildir, ayrı bir lisandır" propagandalarını yaptıklarına dair, "Haçlı Zihniyeti"nin bölgedeki çalışmalarına yer verdiği eserinin son kısımlarında yazdıkları da (sayfa 77’den 82’ye kadar) çok önem arzetmektedir.
Yine "Kürtçe"ye bakışı ile "doğrudan" bağlantılı olmasa da, "Doğu ve Güney-Doğu Anadolu"muz insanlarını daha da iyi "algılamamızı" sağlayacak, "ruhî âmiller/psikolojik faktörler" kategorisindeki "Kürtlük kompleksi" ile ilgili dört hâtıra da, kanaatimce çok önemlidir…
"KÜRTÇE, AYRI BİR DİL, AYRI BİR LİSAN DEĞİL, BÖLGEDEKİ KÜLTÜR SÜRTÜŞMELERİNİN ORTAYA ÇIKARDIĞI BİR AĞIZ’DIR"
Rahmetli ARVASÎ Hoca’mız, "Türkiye’deki Şark Meselesi" temel bakışı ile "Kürtçe" ile ilgili görüşlerini, zikrettiğimiz "âmiller" ile izah ederken; "Tarihten öğireniyoruz ki, bugünkü "Şark topraklarımız"da, vaktiyle Hurriler, Hititler, Urartular, Sakalar, Persler, Medler, Makedonyalılar, Müslüman Araplar ve Doğu Romalılar, uzun veya kısa süreli hâkimiyet kurmuşlardır. Hemen belirtelim ki, bu tarih dönemleri içinde, bu bölgemizde ne "Kürdistan" diye bir coğrafya ismi vardır, ne de bir " Kürt Devleti" mevcuttur."(s.8) demektedir.
"Kesin olarak bilinmelidir ki, Doğu ve Güney-Doğu Anadolu’muzda yaşayan "halk kitleleri" ile Malazgirt Zaferi’nden önce, bu bölgede yaşayan halk kitleleri arasında önemli farklar vardır."(s.9) demekte ve "Belki Malazgirt Zaferi’nden önce, Doğu ve Güney-Doğu Anadolu’muzda yaşayan nüfûsun yapısı, menşei ve mahiyeti etrafında karanlık noktalar, şüpheler ve terddütler bulunabilirdi. Fakat, Malazgirt Zaferi’nden sonra, bu bölgemizde yaşayan nüfûsun Türklüğü üzerinde şüphe duymaya asla yer yoktur."(s.9) demektedir.
"İşte düşmanlarımız ve onların maşaları olan "bölücüler", (Malazgirt Zaferi öncesi) olan müphem ve karanlık  noktalarda eşinme imkânı bulmakta ve kendi niyetlerine göre "tarih teorileri" geliştirmeye kalkışmaktadırlar.Daha sonra, bunları, sanki ilmî birer araştırma imişçesine piyasaya sürmekte ve sonra da bugünkü, Doğu ve Güney-Doğu Anadolu’da yaşayan vatandaşlarımızı, uyduruk bir "tarih zemini" üzerine oturtmaya çalışmaktadırlar. Bu konuda, o kadar çelişik ve farklı "tarih yorumu" vardır ki, şaşarsınız."(s.10) demekte.
Yine "tarihî âmiller" başlığı altında "Kürt adı üzerine etimolojik açıklama"sında ise "sun’î bir millet" ve "etnik bir menşe" olarak tanımlanmak istenen "Kürt" terimine, "Kürt aşiretleri olarak iddia edilen Kurmanç, Zaza, Lûr ve Kalhur ağızlarında" bile rastlanılmadığıdır.(s.13)
"Görülmüştür ki, "Kürt" adı verilen toplulukların dillerinde mevcut olamayan "Kürt" terimi, menşe olarak gösterilmek istenen İranî unsurlarda(Pers, Med, Sasanî), Arî dillerde yoktur. Arapça’ya ise bu terim(Kürt terimi) Türkçe’den girmiş olup Türk’ün çoğulu etrâk nasılsa, Kürd’ün çoğulu ekrâd da o şekilde alınmıştır. Kürd veya ekrâd olarak Arap kaynaklarında görülen bu terim(Kürt terimi), en eski devirlerden itibaren, Araplarca "göçebe/konar-göçer" yerine kullanılmıştır."(s.14) diye belirtmektedir.
"Bir uruk ve boy adı olarak "Kürt" kelimesinin tarihte ilk defa, Yenisey’deki Göktürk Kitabeleri’nde(Elegeş Yazıtı’nda) rastlıyoruz" vurgusunu yapan rahmetli ARVASÎ Hocamız, Türkçemizde Kürt kelimesinin bulunduğunu ve çok zengin mânâlar ifade ettiğini de belirterek; "Türk Lehçeleri"ndeki yazılış ve anlamlarını da nakletmektedir.(s.15) Ve "Kürt teriminin bir ırk veya millet anlamını ifade etmediğini"(s.16) vurgulamaktadır.
"Gerçekten de Malazgirt Zaferi ile tarihte yeni yapraklar açılmış, yeni satırbaşları atılmıştı. Geçen geçmiş, Anadolu, bütün sathı ile bütün yönleri ile Türk’ün olmuştu. Bin yıllık vakıa budur, gerisi hikâye…"(s.16) diye yazan rahmetli ARVASÎ Hocamız, "Kaldı ki Türkler, Anadolu’ya  geldikleri zaman, bu topraklarda, ne bir "Ermeni", ne de bir "Kürt Devleti" vardı….Esasen, Bizans orduları yenildikten sonra, Türkler, hiçbir mukavemet görmeksizin, en çok beş yıl içinde İstanbul kapılarına dayanacaklardı."(s.17) demektedir.
Rahmetli ARVASÎ Hocamız, "Doğu Anadolu Gerçeği "isimli eserinde, "harsî âmiller/kültür faktörleri" başlığında, "Kürtçe, ayrı bir dil, ayrı bir lisan değil; bölgedeki kültür sürtüşmelerinin ortaya çıkardığı bir ağız’dır" şeklinde özetlenebilecek "Kürtçe’ye bakışını", çok geniş bir şekilde izah ediyor. "Doğu ve Güney-Doğu Anadolu’muz"un bilhassa "Fars ve Arap kültürleri"nin "etki alanı"nda olduğunu, "kültür emperyalizmi"nin ve "kültür sürtüşmeleri"nin kesif olarak yaşandığını hatırlatan rahmetli ARVASÎ Hocamız, "Gerçekten de, millî kültür merkezlerimize uzak düşmüş ve kapalı havza durumunda bulunan yörelerde, bazı gruplar Farsça’ya, bazıları da Arapça’ya benzer ve birçok kelimesi Türkçe olan olan bir "ağız" ile konuşmaktadırlar. Oysa, bu "ağız"ı ne Farslar, ne de Araplar anlayabilmektedirler. Çünkü, konuşulan bu "ağız"lar, Farsça olmadığı gibi Arapça da değildir. Bunlar, ya Türkçe-Farsça veya Türkçe-Arapça kırması gibi, garip bir "ağız"dır. Bu "ağız"lar da, kelimeler ve terkipler yer yer yabancı görünüşlü olsa bile, çok defa cümle yapısı (sentaks) Türkçe’dir. Üstelik, bu ağızlarda, Türkçe kelimeler sanıldığından da fazladır."(s.24) demektedir.
Rahmetli ARVASÎ Hocamız, "Çünkü, herkes bilir ki, Malazgirt Zaferi’nden önce," Şark"ta Hurriler, Hititler, Urartular, Persler, Medler, Makedonyalılar, Sakalar, Hazar Türkleri, Müslüman Araplar, Bizanslılar, uzun veya kısa süreler içinde yaşamışlardır. Hiç şüphesiz bu kavimlerin kendilerine mahsus birer dilleri vardı ve bunlar  asla "Kürtçe" diye bir dil konuşmuyorlardı. Üstelik, bu dönemlerde, "Kürtçe" diye bir dil konuşulduğuna dair, en küçük bir belge ve bilgi de yoktur. Ne bir tablet, ne bir mezar taşı, ne bir başka kayıt…Eğer, emperyalistlerin ve bölücülerin iddia ettikleri gibi, bu bölgemizde , 5000(beşbin) yıldan beri yaşayan "Kürt" diye bir kavim ve "Kürtçe "konuşan bir cemiyet bulunsa idi, mutlaka onlardan kalan bazı tarihî izler ve belgeler bulunacaktı. Oysa, böyle birşey yoktur ve iddialar havada kalmaktadır.
Kaldı ki içinde "Kürt" kelimesi geçen tek belge, Yenisey’de bulunan "Anıt Mezar"dır.  ve kitabesi Türkçe olup Göktürk alfabesi ile kaleme alınmıştır. Bu kitabeden de anlaşıldığına göre de "Kürt" diye anılan bu boy, Turanî olup Türk soyundan gelmektedir. Emperyalistelerin ve bölücülerin bu belge karşısında artık susmaları gerekmez mi?"(s.25) diye de sormaktadır…
Kendisi de bir "Doğu Anadolu Çocuğu" olan rahmetli ARVASÎ Hocamız, "çok kesin" olarak görüşlerini serdetmekte ve "Artık herkles anlamalıdır ki, bugün, Doğu ve Güney-Doğu’da yaşayan ve büyük çoğunluğu Türkçe’den başka bir dil bilmeyen milyonlarca Türk çocuğunu, sırf "Şarklı"dır diye, bir kalemde, Arî ırk içinde mütalâa etmek, asla mümkün değildir. 11. asırdan itibaren gelip buralara yerleşen Artukoğulları’nın Dulkadiroğulları’nın, Akkoyunlar’ın, Karakoyunlar’ın, Karakeçililer’in, Danişmendoğulları’nın ,Mengücükoğlulları’nın, Saltukoğulları’nın ve daha nice Türkmen ve Oğuz boylarının ve beylerinin torunları nasıl inkâr ve ihmal edilebilir?
Herkesin rahatça müşahede edeceği üzere bugün, Doğu ve Güney-Doğu Anadolu’muzda yaşayan halkımızın kâhir ekseriyetinin konuştuğu dil, kesin olarak Türkçe’dir. Ancak, yol ve mektep götüremediğimiz ve kültür merkezlerimizle irtibat sağlayamadığımız bazı vatan parçalarında yaşayan vatandaşlarımız, bazan "Kurmanci", bazan "Zazakî", bazan "Goranî", bazan "Soranî", bazan "Loranî"(Lurî) denen ve hepsine de ortak olarak "Kürtçe" tabiri yakıştırılan bir "ağız"la konuşmaktadırlar. Ancak,hemen belirtelim ki, bu "ağızları" konuşan gruplar, birbirlerini anlamamaktadırlar. Hepsinde ortak olan tek şey, "yek, dü, se, çar, penç…." diye başlayan ve devam eden "Farsça Sayı Sistemi"dir. Oysa, etnolojik araştırmalar göstermiştir ki, en iptidaî bir dilin bile , kendine mahsus bir sayı sistemi vardır. Herkes rahatça müşahede etmektedir ki, emperyalistlerin ve bölücülerin "Kürtçe "tabir ettikleri "ağzın" böyle bir hususiyeti yoktur. Bu durum bile "zorlama bir dil" ihdas etme gayretlerini ortaya koymaya yeter. Bize göre, "Kürtçe "tabir edilen "ağız", kültür temaslarının emperyalizme dönüşmesinin acı bir meyvasıdır."(s.26)
"Kürtçe" tabir edilen "ağız" , kültür sürtüşmeleri sonucunda ortaya çıkmış, bozulmuş bir Türkçe’dir" diyen rahmetli ARVASÎ Hocamız, "Kürtçe, bir Hint-Avrupa dilidir" veya "Kürtler Arîyendir" diyen "art niyetli çevrelere", ise "Oysa bu "ağız"da, Türkçe ve Arapça kelimelerin sayısı da küçümsenmeyecek nisbettedir" demekte ve "Kürtçe tabir edilen ağızda bulunan bazı Türkçe kelimeleri karşılıkları ile birlikte" vermektedir.(s.29, 30, 31, 32, 33)
Rahmetli ARVASÎ Hocamız, "Kürtçe tabir edilen "ağız"ın mahiyetini açıklarken; "Hemen belirtelim ki,bugün için, bazı tâli grupların konuştuğu ağız, çok defa Türkçe cümle yapısına(sektaksına) uygundur; bu cümleler Farsça ve Arapça kelimelerle kurulsa bile cümle yapısı umumiyetle Türkçe’dir" demekte ve misaller  de vermektedir.(s.33, 34)
Ve yine "kesinlikli" bir şekilde "Kürtçe’ya bakışı"nı ortaya koyan rahmetli ARVASÎ Hocamız, "Artık, kesin olarak anlaşılmıştır ki, bugün, "Kürtçe" tabir edilen ağız, daha çok Fars emperyalizmine yenik düşerek dillerini, şu veya bu ölçüde unutan Türkmen ve Oğuzlar’ın bir kısmının konuştuğu dildir."(s.34) demektedir…
Rahmetli ARVASÎ HOCA’mız, "Kısaca, bugün, "siyasî Kürtçülük" yaparak, emperyalizmin emellerine âlet olan çevrelerin, asla ilmî bir dayanakları yoktur. Mesele, tamamı ile Türk Devleti’ni parçalama ve Türk Milleti’ni bölme oyunlarından ibarettir."(s.34,35) demektedir.
Rahmetli Seyyid Ahmed ARVASÎ Hoca’mızın, kendisi de bir "Doğu Anadolu Çocuğu" olması hasebiyle "Kürtçe’ye ne şekilde bakmıştı? Kürtçe’ye bakışı nasıldı?" suâllerine cevap aradığımız bu yazımızda; tekraren hatırlatalım ki, "Haçlı Zihniyeti"nin, "Amerikalı Barış Gönüllüleri" ve her renkten emperyalistlerin bölgedeki emellerini dile getirdiği , bahse konu eserinin 77’den 82’ye kadar olan kısımları ve de "Kürtçe’ye bakışını" daha da iyi bir şekilde anlamamızı sağlayacak, "ruhî/psikolojik faktörler"e dikkat çeken "Kürtlük kompleksi" kısmındaki hâtıraları- ki bahse konu eserinin 59’dan 71’e kadar olan sayfaları olup, toplam dört tane de hâtıra nakledilmiştir- dikkatlice okunmalıdır.
Yazımı, yine rahmetli ARVASÎ Hoca’mızın, bahse konu eserinde zikrettiği, bölgedeki Rus-Ermeni zulmünden dolayı Suriye’ye geçen rahmetli Abdülhakim ARVASÎ Hazretleri(k.s.)’nin, "Suriye’de kalın" teklifine verdiği o güzelim cevabı ile noktalıyorum:"Türkiye’ye gideceğim. Yeryüzünde iki Türk var ise, biri mutlaka benim. Ben Türk’üm, ama Jön Türk değilim."(s.71)
(*): S.Ahmet ARVASÎ, "Doğu Anadolu Gerçeği", Boğaziçi İlmî Araştırmalar serisi:7, Boğaziçi Yayınları, Ankara, 1992

Posted 06 Şubat 2009 by metgultekin in Genel