Archive for Mayıs 2012

14 MAYIS’LAR-İŞKENCEHÂNELER-AB PROJELERİ VESAİRE   Leave a comment

Görsel

 

 

14 MAYIS’LAR-İŞKENCEHANELER-AB PROJELERİ VESAİRE

 

“14 Mayıs” tarihi, benim için çok ehemmiyetli bir tarih..Çünkü, bir “14 Mayıs (1997)” tarihinde, “Devlet Kadrosu”nda, “öğretmenlik” mesleğine başladığımın “başlangıç tarihi…” Bir de, hepimizin bilebileceği üzre, “Cumhuriyet Halk Fırkası”ndan “kopan kadrolar”ın kurduğu “Demokrat Parti”nin “iktidarı” ele aldığı tarihin de başlangıcı..”Meşrutiyet”le beraber başlayan ancak Birinci Cihan Harbi ve İstiklâl Harbi ile “kesintiye uğrayan”, “Demokrasi Bahar”ımızın da, “Demokrasi Bayramı”mızın da “başlangıç tarihi”: 14 Mayıs (1950)

Ve elbette çoğumuzun bilemeyeceği, düşünemeyeceği bir tarih de “14 Mayıs”: “Siyonizm’in Zaferi”nin de, “İslâm Âlemi”nin bağrına saplanan bir “Haçlı Hançeri “olan “İsrail Devleti”nin de “kuruluş tarihi” “14 Mayıs…”

Şimdilerde daha iyi anlıyoruz ki; “konjonktürel iktizalar”ca geçtiğimiz “Demokrasi”yi “alt edebilme” çalışmaları da, tabiri caizse “milletin iktidar olduğu andan itibaren başlamış…”Rahatlıkla tarih verirsek; 15 Mayıs 1950 tarihinden de itibaren “anti-demokratik çalışmalar”, “cuntacı yapılar”, “darbeci”, “millet düşmanlığı aktiviteleri” de kesilmemiş, başlamış!!!

14 MAYIS 2012’LERİ,

“12 EYLÜL ZİNDANHÂNELERİ”NDE KARŞILAMAK!!!

“Öğretmen” olmam hasebiyle, okulda yapılan çalışmalarda “gönüllülük” esas olduğundan; “Kız Çocuklarımızın Eğitimi Projesi(KEP)”e iştirak edecek öğretmenlerimiz de-tabii ki Rehber Öğretmen dışında, iki adet sınıf öğretmeni- kur’a ile belirlenme yoluna gidildi..Yanlış hatırlamıyorsam, bir Cuma günü, “Öğretmenler Odası”nda yapılan “kur’a çekimi”ni ilk ben yapmış ve “kendimi çekmiştim…” Meslektaşlarım arasında da böyle bir hâl “gülüşmelere” sebep olmuştu…

“Gündem”ime aldığım beş günlük “seminer eğitimi”nin, bir ihtimal olarak da “unutulabileceği” beklentisi içindeydim..Yine, yanlış hatırlamıyorsam, “Öğretmenler Odası”nda iken, ilgili “imza kağıdı”nı okuyup imzalamış ve “unutulmadığı”nı da anlamıştım..Beş gün boyunca, okula devam etmeyeceğimi, “seminer eğitimi”ne devam edeceğimin söylenilmesini, bir bakıma “değişiklik olur” babından “sevindirici” karşılamıştım. “Nerede?” yapılacağına dair meslektaşlarıma ve “idareci arkadaşlarıma” suâl eylediğimde, “TEB’in ilerisi”, “Ziraat’ın oralar” diye cevaplar almıştım..

14 Mayıs 2012, Pazartesi sabahı, “Kız Çocuklarımızın Eğitimi(KEP)” “seminer”ine iştirak edebilmek için, yine “adres”i sorduğumda, anladım ki, bir “yerel gazete haberi”nden öğrendiğimi hatırladığım, hemen hemen hergün onlarca insanın önünden geçtiği “adres”te, şimdiki ‘RAM’da,”12 Eylül 1980’lı yıllar”ın “zindanhânesi”nde, “işkencehânesi”nde idi “seminer eğitimi…” Kendi kendime, “Artık Şark’ın çocukları da korkarsa…” dediğim çok oldu. Şu “adres”in “12 Eylül 1980’li yılların işkencehânesi” olduğunu “daha net” ifâde edebilirler, diye çok düşündüğümü hatırladım..

Azıcık da olsa, tamamiyle Rabbimin saikiyle, çünkü kur’ada kendimi çekmiştim, artık bir 14 Mayıs 2012 sabahı, “postlaştırılmış”, “boya-badana yapılmış” bir “12 Eylül İşkencehânesi”ndeydim!!! Şayed bizzat “işkencezede” biri olsa idim elbetteki “daha ağır duygular” yaşardım! “Azıcık da olsa”, diye başladım, “bir şeyler hissettim” ve elbetteki “tuhaflıklar” da yaşadım…

TÜRKİYE’MİZDE AB PROJELERİ

Dört sınıf hâlinde ve her bir sınıfta, ekseriyetle “Rehber Öğretmenler”den meydana gelen ve “Sınıf Öğretmenleri-Sınıf Rehber Öğretmenleri”nin de “yer aldığı”, “AB Projesi” de olan kısa adı “KEP”, “Kızlarımızın Eğitimi Projesi”ne katılmıştım…Daha önceden “eğitilmiş” “formatör öğretmenler”ce sunulan beş günlük “seminer eğitimi”, sahiden de okulların kapanmasına hemen hemen bir ay kaldığı bir zamanda, benim ve çoğumuz için bir “değişiklik” olmuştu.. Ayrıca, “bakımımız da çok iyi” idi. “Ara”larda, çay ikramları, bazen meşrubat ikramları, öğle yemeği, sahiden de “bakımımız çok iyi “idi!!Yeni arkadaşlar, yeni yüzler, simalar, “formatör arkadaşlar”ın bizleri sıkmama noktasında gösterdiği gayretler ve ayrıca duygu ve düşüncelerimizi rahatlıkla serdedebildiğimiz “platformlara” dönüşmesi,yine “Emniyet Teşkilatı”mızın “Madde Bağımlılığı” ‘sunumu” ile sahiden kendimiz açısından gayet rahat ve iyi oldu ve öyle de neticelendi…

Zaten “daha ilk gün”den “yaşadığımız duyguları”, düşünceleri “katılımcı meslektaşlarla” da rahatlıkla paylaştık..”AB Projesinin neyine, kız çocuklarımızın eğitimi…Mutlaka bir ‘bit yeniği var’”algılamalarımızı, “keşke iç işlerimize bu kadar AB Projelerini karıştırmasaydık”, “endişelerimizi” dile getirdik… Elbetteki daha “ilk gün”den “Batı-Avrupa Kültürü etkisi”ni hissettik ve “dikkatli” olmaya da gayret etmeye çalıştık…

Verilen “kitapçıklar”, “CD”leri şöyle bir incelemiş olsak da, “seminer eğitimi” boyunca yaptığımız “uygulamaya yönelik” faaliyetlerle, adetâ bir “psikolog”, hattâ bir “psikiyatrist” gibi “yaklaşımlar” sergileme becerisi kazanmaya çalıştık!!!

Elbetteki “ilk günler”deki “endişeleri”miz, beşinci gün de, “son gün” de taşıdık!!. “Orta” derece bilgi seviyesi ile başladığımız KEP’i, “iyi” derece bilgi seviyesi ile sonlandırdığımızı ifâde edebiliriz…

SON SÖZ:

“Yılmaz DİKBAŞ”ların “hayıflanması gibi,Türkiye’mizde 12 Eylül 1980 sonrası uygulamaya konulan “Avrupa Birliği Projleri”nin “çok yanlışlığı”nı, “hiçbir mazeret”in “geçerli olamayacağı”nı, yakinen de anladığımızı, anladığımı ifâde edebilirim..

Düşündüm: 1970’li yıllardan itibaren “beslenme kaynakları”, “Türk kültürü, İslamiyet ve Türk tarihi” olan sayıları beşi bulan “Hareket”lerin evlâdları, bir “vetire”, bir “süreç” neticesi, “sınıf atlayabiliyor”, adetâ “hükmedici yeni sınıf statüsü” kazanabiliyor, böyle bir “gidişat”ı, “abdestli kapitalistler” tarifleri ile de algılayabiliyoruz…

Ancak, benim hissettiğim ve düşündüğüm, böyle bir “vetire”nin adetâ afedersiniz, “çalgıcı, eğlendirici çingene Ayı’larının eğitimi neticesi” gerçekleşiyor gibi… Hepimiz, çocukluğumuzda bile İlkbahar mevsimi akabinde, sokaklarda çocukları, insanlarımızı eğlendiren “Ayılar”ı seyretmiş, görmüşüzdür…Acaba kaçımız biliyor, “bizi eğlendiren o ayılar”ın “kızgın saçlar üzerinde eğitildikleri”ni???

“Değerlerimiz,kıymet hükümlerimiz uğruna taşıdığımız ülkülerimiz, mefkûrelerimiz varsa” ki şayet “göbek bağlarımız Mekke-i Mükerremeye, Medine-i Münevvere’ye bağlı ise” olmak mecburiyetindedir; “gidişat”ı, hele de “ecnebi projeler” mahreçli “gidişat”ı “pempe gözlükler”le seyretmemeliyiz…

Kendi “projelerimiz “ile kendi mes’elelerimizi ne zaman çözebileceğiz ki?

“Haçlı Zihniyeti” ve “Ehl-i Kitap Zihniyeti”ne dikkat!!!

20.Mayıs.2012

İsmet GÜLTEKİN

İsmet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

Posted 20 Mayıs 2012 by metgultekin in Genel

“KARA ALTİN” FİLMİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ   Leave a comment

 

Görsel

 

“KARA ALTIN” FİLMİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ:

ARAPLARIN PETROL ile İMTİHANI

 

“Film eleştirilerini fazla önemseme..

Git, bizzat filmin orijinalini, mümkünse sinema salonunda izle”

Bu düstur ile de izlediğim bir film “Kara Altın” filmi. Bir gazetede, filmin geniş tanıtım özetini ve “Allah size doğru yolu bulmanız için AKIL verdi..” spotu cay-ı dikkat olmuş ve filmi izleme gündemime almıştım..

Artık böyle “mesaj yüklü”, “mes’ele dolu” filmlerde “koca sinema salonları”nda “tek başına”, “bir kişi” ile izleniyor olsa gerek. “Ülkücüler” filminden sonra neredeyse yarım asırlık ömründe, ikinci defa bir filmi ‘koca sinema salonu”nda, ekseriyetle “tek başıma” izledim…

“Kara Altın=Petrol” denilmek isteniliyor ve film tamamiyle “Petrol” mevzulu bir film..”Sinema tekniği” açısından da, mevzunun işlenişi açısından da, “görselliği” açısından da, neredeyse “hiç” derecede “müstehcen” olmayışı ile ve “Arap kültürü”, “Arap İnanışı”, “Arap Kabile Hayatı” hakkında ip uçları vermesi açısından, bence izlenilmeyi hak eden bir film. Film boyunca “Türkçe alt yazılı” olması, “Türkçe seslendirme”nin olmayışı, belki biraz “sıkıcı” gelebilir amma yine de “petrol” mevzusunu anlamak açısından zihinlere pencereler açabiliyor…

“KARA ALTIN= PETROL”

Böyle bir “petrol” temalı filmde, hadi diyelim,20. Asrın başlarında, “Müslüman Araplar”ın,maatteessüf ekseriyeti itibari ile “Batı Emperyalizmi”ne, yahut rahmetli ARVASÎ Hoca’mızın tabiri ile “her rengi ile emperyalizm”e, “Kara-Kızıl-Mavi-Sarı”, “yenildikleri”ni de anlıyoruz..

“Basit Kumluk”lardan, “Sarı Kuşak”lardan, “petrol” gibi çok kıymetli bir “hammadde”nin fışkırması, “Arap Çölleri”ne bir anda “altın değeri” kazandırınca…

“Amerika-Avrupa Sömürgeciliği”ne râm olan “Müslüman Araplar” ile daha haysiyetli, daha vakârlı olmayı tercih eden “Müslüman Araplar” arasında başlayan “güç kavgaları” ve İslâmiyet’in bazı mes’elelerde “nokta-i nazarları”nın serdedilişi…

“Kafes arkası hayatlar” yaşayan “peçeli Müslüman Arap Kadınları”nın hayatlarından “kesitler” sunuluşu…

Elinde, koltuk altlarında kitaplarla dolaşan, okuma iştiyakı çok yüksek “Emir” oğlu “Prens”lerin, “petrol” ile orta çıkan “yeni yapılaşma”da, “kütüphane müdürü “olarak atanması, “emirin kızı” ile evlendirilmesi ve evlendiği gece “isyankâr” olan ağbisinin öldürülüşü ve nihayetinde “özüne”dönüşü, “savaşçı” oluşu ve “petrol şirketi sahibi Amerikalılarla” savaşının anlatıldığı film kareleri..

İslâmî mesajlar bakımından neredeyse “sıfır” derecede çarpıtmanın olması, daha doğrusu neredeyse hiçbir “çarpıtma”nın olmayışı…

Düşünebiliyor musunuz, evleniyorsunuz ve sonra da yaptığınız “siyasî evlilik” bozulunca, “Emir’in etrafındaki şeyhler”in “kur’anî hükmü” söylemeleri…Yahut “tek kurşun” ile kafadan vuruluyorsunuz, “ölüm merasimleri”niz yapılıyor fakat biiznillah ölmediğiniz anlaşılıyor ve size “Mehdi, Mehdi” deyip, adetâ “tapınırcasına”, sizin etrafınızdaki “Müslüman Arap Kabileleri”nin sayısı, bağlılığının daha da artması..”İslâm Âlemi”ndeki “Mehdiyet”, “mehdi inancı”na “dokunmalar…”

Düşünebiliyor musunuz, çok sevdiğiniz hattâ “kardeşiniz” olduğunu bildiğiniz biri kucağınızda can verirken; İslâmiyet’in de iktizası olarak, “Rabbin kim? Peygamberin kim?” gibi suâlleri sorup, cevaplandırıyorsunuz, adetâ son telkini veriyorsunuz..

“KARA ALTIN=PETROL”-“BEYAZ ALTIN=SU”

Elbetteki film boyunca, sadece “Petrol”ün değil, “beyaz altın=su”yun da çok ehemmiyetli olduğunu anlıyorsunuz. “Sıcak ülkeler”de, “çöllerle kaplı topraklar”da, insanların, hayvanların ve bitkilerin yaşayabilmesi için, “su”yun da çok elzem olduğunu , “su kuyuları”ndan da anlıyorsunuz…

Ve elbetteki mevcut “teknolojik” kolaylıklarla çok kolayca edinebileceğiniz “petrol gerçeği” bilgilerini de hatırlıyorsunuz..1900-2000 yılları hattâ daha çok 100 yılları da aşacağı kuvvetle muhtemel olan “petrol” ile ne “fırtınalar” koparıldığını da hatırlayacaksınız..

“Yakın Tarihimiz” üzerindeki eserleri ile bilhassa “Petrol Fırtınası” isimli eseri ile hem Birinci Cihan Harbi’nin, hem de “İstiklâl Harbi”mizin aslında “petrol” sebebiyle çıktığını, müşahhas delilleri ile ispatlayan ve 1973’de, dönemin Başbakanı, Cumhurbaşkanı ile görüşmek arefesinde iken “otel odası”nda öldürülen “Raif KARADAĞ”ları da hatırlayacaksınız…

“Dünya ölçeği”nde ve “Türkiye ölçeği”nde yaşanılan “harpler”in, “savaşlar”ın, “BOP” gibi “projeler”in, “ülke sınırlarını cetvellerle çizme”nin “temel faktörü”nün, belki de daha çok yüzyıllar geçerliliğini muhafaza edecek olan “petrol” sebebiyle kaynaklandığını daha iyi anlayacaksınız…

Ve elbette, “Araplar Türkleri Arkadan Vurdular!” “emperyal söylemi”nin, hiç de fazla “hakikat”i yansıtmadığını da anlayacaksınız…

“Enerji-Petrol-Doğalgaz-Su”, 1900’lerden 2000’leri de aşan yıllara damgasını vuracağını da hatırlayabilirsiniz…

“İslâm Medeniyeti” ni meydana getiren 3 milletin, “Araplar-Farslar-Türkler”in, günümüzde “Emperyal takımlar”la olan “mücadeleler”de hâlâ “yenik” olduklarını da hissedeceksiniz..

“Kara Altın”filmindeki “Emir’in en sadık muhafızı” “para ile satın alınması”, “bir mefkûre uğruna”  bir ‘yol’a çıkanların, “kadro”larını çok şuurlu kurmalarının da elzem olduğunu hatırlatmaktadır. “Hasan Daki”ler de “para ile satın alınabiliniyorsa”,demek ki, “kadro mes’elesi” de “birinci mes’ele” olmaktadır…

SON SÖZ:

“Kara Altın” filmini izlerseniz, “Dünya Ölçeği” nde ve “Türkiye Ölçeği”nde yaşadığımız “çok sayıdaki olaylar”da, hâlâ “petrol faktör”ünün “ilk sıralarda” olduğunu bir defa daha anlayacaksınız…

SON SÖZ:

Yirminci asrın başları da olsa, 1900’lü yıllar da olsa, “Kara Altın” filminde, “Osmanlı’yı” göremiyorsunuz.. Sadece “Emperyal-Sömürgeci Takımlar”ın “tankları”nda, “arabaları”nda, “Osmanlı Bayrağı”nı görebiliyorsunuz, o kadar!!!

“Aman Petrol, Canım Petrol…”

20. Mayıs.2012

İsmet GÜLTEKİN

İsmet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

Posted 20 Mayıs 2012 by metgultekin in Genel

EMİNE IŞINSU(ÖKSÜZ)NUN İKİ ROMANININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ:   Leave a comment

 

 

 

 

 

 

Görsel

 

 

 

GörselEMİNE IŞINSU (ÖKSÜZ)NUN İKİ ROMANININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ:

“KAF DAĞININ ARDINDA(*)” VE “BUKAĞI(**)”

 

Geçikmeli de olsa Emine IŞINSU’nun iki  romanını okudum. Bir yazımda da izah ettiğim üzre-bakınız lütfen,mefkureadamları isimli bloglarım-, Şanlıurfa’da dört yıla yakın Edebiyat Öğretmenliği yapmış olan ve bir “Tümgeneral-Paşa” ile de evli olan rahmetli Halide Nusret ZORLUTUNA’nın da kızı olan Emine IŞINSU Hanımefendinin bilhassa “İslâm Tasavvufu”na ve “Tasavvufî Hayat”ımıza ‘bakışları’nı anlamak istemiş ancak alâkalı romanlarını sıcağı sıcağına, bulunduğum şehirde bulamamıştım.

Geçenlerde bir “Milliyetçi Derneği”mizin kütüphanesinde IŞINSU’nun iki romanını görünce, nihayetinde aldım ve bir haftada sindire sindire okudum..

“Siyasî İktidar”ın da, bir tevafuk eseri “Şehir Tiyatroları” üzerinde yapmaya çalıştığı ‘oyun bozan”lık ve “rant bozan”lık ‘düzenlemeleri” ile birden alevlenen “Muhafazakâr San’at- Devrimci San’at Tartışmaları”nı, IŞINSU’nun adetâ “Devrimci-Laik-İlerici San’atın İçyüzü”nü ‘deşifre’ eden “Kaf Dağının Ardında” isimli romanı ile daha iyi “algılaladığımı”, daha iyi “anladığımı” ifâde edebilirim..

“25 Mart 1985, Dhahran” da ‘son”lanan ancak birinci basımı “Akçağ Yayınları”nca 1988’de yapılan böyle bir roman “Kaf Dağının Ardında…”

“DEVRİMCİ-İLERİCİ-LAİK SAN’AT”IN İÇYÜZÜNÜ ANLATAN ROMAN

Her kitabı olduğu üzre her “romanı”da bir ‘kurşun kalemle’, ‘anlamak’ amma sadece ‘doğru anlamak’ için okumuşumdur.. Kendimi de mümkün mertebe “dış tesirler”den ‘soyutlayarak”, adetâ ‘romanın içinde” olmaya çalıştığım IŞINSU’nun okuduğum her iki romanında da, “heyecan”landığım, “merak”landığım”kısımlar ile “ufkumu açıcı” düşünceleri de var olmuştur.

“Reel Hayatın da içinden “olan “Kaf Dağının Ardında” isimli romanında, 1970’li yıllarda eşini kaybeden ve belli bir süre “tedavi” gören “gayet zengin”, “gayet lüks” ve “gayet de işadamı” olan bir “Babacık” ile hayattaki yegâne gayesi “yazar olmak” olan ve sadece de “kendisi için yazan” bir “kızcık”ın etrafındaki kelimenin tam anlamiyle “devrimci-ilerici-laik san’at hayat”ın “sergüzeşti”leri, “maceraları” anlatılıyor..

“Tedavi” sonrası iyileşen “Püro içen”, “İşadamı Babacık”ın hayattaki “tek evlâdı”, “tek kızı” olan ve “Sosyete solcularının da kızcık”ı olan Mevsim ÖZ; “ maddî imkânları bol” “Babacık”ı sayesinde, Üniversite’nin Psikoloji Bölümü’nü, “anarşi-terör” sebebiyle “terk eder”, “özel hocalar”dan, “özel dersler” alır ve hayatı boyunca kendine “yazar olmayı” gaye edinir..Tamamiyle de “yapayalnız kızcık” olan Mevsim ÖZ, muhtelif sebeplerle “devrimci-ilerici-solcu-laik-sosyetik bir san’at çevresi” de meydana getirir..Başlangıçta “hiçbir ideolojik tercihi” olmayan “kızcık”, aslında “yaşadığı tarz-ı hayatı” ile de “ideolojik tercihi”ni de peşin peşin yaptığının da “farkında olmasa da farkında”dır..

“Devrimci-İlerici-Laik-Solcu San’at Çevresi” de kendisi gibi “bohem hayatlar” içerinde olup hiçbir “millî, İslâmî ve insanî değerler”i yaşatabilmek ve “bu değerler uğruna san’at” yapabilmek gayeleri de yoktur..”Babacık”ın da bile yahut  adetâ “fısku fucür babacık”ın da “yönlendirmesi” ile “ayrı bir ev” de tutan “kızcık”ın anlatmaya çalıştığım “çevre”sindeki “san’atçı”ların da “tartıştıkları” çok ciddî “san’at telakkileri”, “san’at mes’eleleri” de yoktur..”Kumbur faresi hayatları”, “bohemce yemeleri içmeleri” ve 2012’lerde bile dillerinden düşürmedikleri, “Sağ ‘dan san’atçı çıkmaz”, “gericiler”, “yobazlar”, “sahte sermaye düşmanlıkları”ile dolu “lakırdılarından başka lakırdıları” da yoktur..

“Sosyete solcusu kızcık”ın “yazar”lığına her türlü desteği veren “Püro içen, işadamı babacık” ise “dolaylı yollardan” ‘kızcık”ın “yazarlık hayatının yolunu açmakta”, ‘Ekim Dergisi” gibi “solcu dergileri” satın alıp, “kızcık”ını “san’at çevreleri”nde de isminin duyulmasına, ‘yer edinmesi”ne çalışmaktadır da..

“Anarşi-terör sebebiyle” Avrupa’ya kaçan “Püro içen İşadamı Babacık”, “çok bilmişlik havaları”nda, aslında “ne sol’u, ne de sağ’ı “ be-ğen-me-mek-te-dir. Maatteessüf 1970’li yılların “heyecanlı devrimci-ilerici-laik san’atçılar” ve elbette “gençliği” bazı “hakikatleri” de görememekte, “kimler tarafından yönlendirildiklerini” anlayamamaktadırlar..

“Kızcık”ının dönemin TV’lerine de çıkartan “Babacık” ve dönemin “şekilcilik takıntısı”nı hatırlatan “tartışmalar…” “Türkçü Marksizm” gibi “ideolojik franksiyonlaşmalar” yaşayan “Sultan Galiyev’ci Solcular…”

“Kaf Dağının Ardında”nın 181. Sayfasına şu notları yazmışım:”Bu ülkede namusuyla, dürüstçe yazmak ve yazdıklarını yayınlatmak kaabil olmayacak mı? İyi ki internet var! ‘Namussuz medya’ zaten!!!” diye yazmışım. Evet, “namussuz medya” zaten, 32 yıldır ilk defa “Beyaz Perdeye” yansıtılan “Ülkücü Hareket”e, “Ülkücüler” filmine, “gösterimi”nin bilmem kaçıncı haftasında bile “bir harf ile” dahi olsa “yer vermemekte”, bahsetmemek”tedir…

“Tahir Hoca”dan da “özel din dersi” almış olan “Sosyete solcusu kızcık”, “düşünce” de bazı “hafakan”lara girse bile “uygulamaya” koyamamakta ve “çabucak sönüp geçen” “dinî algılamalar” da yaşamakta.

Ne zaman ki “12 Eylül 1980 Askerî Darbesi “olur ve “Püro içen İşadamı Babacık”, “anarşi-terör” sebebiyle “Avrupa’ya kaçıp”, “kırıştırırken”, “darbe” neticesi “Avrupa’ya kaçmayışı”, benim de bir roman okuyucusu olarak “işkillendirmişti…” Ve “Sosyete solcusu”, “samimî saf kızcık”ın “babacık”ı, bir “siyah Mercedes içinde” iken, “Bulgaristan’a kaçarken” öldürülüyor!!. “Babacık” meğerse “Silah tüccarı” imiş!! Yani  1970’li yıllarda, hem “devrimci gençliği”, hem de “Ülkücü gençliği”  “vuran” “silahların tacirliği”ni yapıyormuş “kızcık”ın sevgili “Babacık”ı!

“Fısku fucürluklar”la da dolu ve bilmem kaçıncı evliliğini de yapmış olan “Babacık”ın, dönemin “iri gazeteleri” dahil, bütün gazetelerde, “silah tüccarlığı”nın, “Babaların Babası” olmasının “deşifre” edilmesi bile “Devrimci-İlerici-Laik Kızcık”ın “gözünü” yine açamamakta, “samimî saf kızcık” Mevsim ÖZ, yine “Babacık”ına sahip çıkmakta..

“Fatsalı İlerici Öğretmenler Derneği”inin faal elemanı ORÇUN ile de evlenmeyi düşünen “Kızcık”, etrafındaki birçok “devrimci-ilerici san’atçı”ların da “iş bulması”na, hattâ “devrimci san’at hayatı”nda ‘parlaması’na, böyle bir ‘Silah Tüccarı Babacık’ vesile olmuştu!!!

Aslında, romanın da bir bölümünün adı olan “Kaf Dağının Ardında”, böyle “sahtekârlıklar”, böyle “samimî riyakârlıklar”, böyle “devrimci-ilerici-laik tarz-ı hayatlar”, böyle “karanlık hayatlar” içindeki “Silah Tüccarı” gibi “Uyuşturucu Tüccarı” gibi ve bilmem ne “tacirliği” gibi “tacirlikler” yapan “Kızcık’ların Babacıklar”ının bütün gençliğimize attıkları “kazıklar”ın da “ardı” olmaktadır…

Benim bile gerek “rol yapma”da, gerekse “makyaj”da, gerekse “dekor”da hattâ “tiyatro” gibi bir “san’at”ın “her kısmında” “bir numara” olan rahmetli “Faşist Öğretmen Malik Ağbi”min de, hangi sebeplerden dolayı “tanınamadığını”, şimdilerde, ‘Kaf Dağının Ardında” romanı ile ve yaşanılan “Devrimci-Muhafazakâr San’at Tartışmaları” ile daha iyi anlamaktayım..

Meğerse, “Faşist Bir Tiyatrocu”nun “san’atta yeri olmazmış!!!”

IŞINSU’NUN OKUDUĞUM İKİNCİ ROMANI: “BUKAĞI”

“GÖNÜL ADAMI” NASIL OLUNUR?

1980 öncesi romanlarından rahmetli Ülkücü Şehid Ertuğrul Dursun ÖNKUZU’nun hayatını anlattığı “SANCI” romanı, Emine IŞINSU Hanımefendinin ömrümde ilk okuduğum roman idi. Günümüzde, “fikir sahibi” olmanın, “düşünce-görüş sahibi” olmanın, “kimlik-şahsiyet sahibi “olmanın, ekser “Liberal İslâmcılar” tarafından “ideolojik” ‘tu ka ka’sına maruz kalırken; böyle bir “Ülkücü Roman” ile IŞINSU Hanımefendi, ne müşkillerle karşılaştı, yaşayan bilir elbette!!!

Adetâ “Devrimci San’atın İçyüzü”nü anlattığı “Kaf Dağının Ardında” romanında bile “Samimî Saf Kızcık” ‘rol’ü ile “dindarlaşma”, “İslâmlaşma”, “Müslümanca Yaşama” cehdlerini de “çok zayıf” bir şekilde gösteren IŞINŞU; sayıları üçü bulan romanları ile de “Tasavvufî Hayatımıza Bakışı”nı ortaya koymuştur..Okuyabildiğim “BUKAĞI” romanı, tam bir “Gönül Adamı”, “Gönül Eri”, “Gönül Dostu”, “Allah Adamı”, “Allah Dostu” Nasıl Olunur?’un da cevabını veren bir “iç yolculuğu”nun da romanıdır..”Malatyalı Halvetî Tarikatı Müridi Mehmed’in ‘Büyük Mürşid’ Niyazî MISRÎ Hazretleri” oluşunun romanıdır ‘BUKAĞI’ romanı…

17. Asır hâlâ Osmanlı Yıllarında yaşanılan ve Sultan 2.Osman, Sultan 4.Murad ve bazı tarihçilerimizin, “Rükuye gitmiş bir devleti kıyama kaldıran dönem” olarak da tarif ettikleri “Köprülüler Dönemi”ndeki bir “Gönül Adamı Olma Mefkûresi” yolunda yaşanılanları da anlatan bir roman “BUKAĞI…”

İsmini “ilk defa”, Ankara-Sincan’daki evlerine, Nizâm-ı Âlem Ocakları Başkanı olarak misafir olduğum hemşehrim bir “Nurcu”nun kütüphanesindeki bir kitaptan öğrendiğimi hatırlıyorum..Niyazi Mısrî Hazretlerinin şiirlerinin olduğu bir kitaptı..O zamandan bu zaman, bir de bazı gazetelerdeki ve ‘Ülke TV’nin bir programında ve sonraları da ‘Risale-i Nur Külliyatı’ndan hatırlıyorum…

IŞINSU’nun “BUKAĞI” romanı, sadece 1600-1700 yılları arasında değil; her asırda “Nasıl Gönül Adamı Olunur?”, “Nasıl Gönül Eri Olunur?”, “Nasıl Gönül Dostu Olunur?”, “Nasıl Allah(c.c.) Adamı Olunur?”, “Nasıl Allah(c.c.) Dostu Olunur?”un da ‘ipucu’nu çokça veren cevaplarla dolu..’BUKAĞI’ romanı sadece bu mu?

Hayır!  “Bukağı” romanı, 2012’ler Türkiye’sinde de çokça hissettiğim “sosyal mes’eleleri”, “sosyal tartışmaları” da hatırlatmakta..”Şeriatçılar ile Tarikatçılar” arasındaki “kavga”yı, “Kadıâzelileri”, “Kadızâdeli Zihniyetlileri” de hatırlatmakta..Hattâ adını neredeyse “Osmanlı Devleti’nin Düşmanı”na “çıkartan”, “her dönemin dalkavukları”nı, “her dönemin yanar-dönerleri”ni de hatırlatmakta..Sahiden de “devletlû zihniyetliler”e çok da yakın olmanın, çok da zararları olabilir..Çünkü, “devletlû zihniyetliler”in ve elbette “devletlûler”in “ne yapacaklarına” pek belli olmaz!!!

“Bukağı” romanı sadece bu mu?

 Hayır! “Bukağı” romanı ile “çocukluk aşkına”, “halifelik  makamı teklifini yapan” ‘Büyük Âşıklar’ın da yaşadığını öğreniyoruz..Düşünebiliyor musunuz, “çocukluk-gençlik aşkınız”la evlenemiyorsunuz, biiznillah “Hakk Yolcusu” oluyorsunuz; “aşkını muhafaza eden” sizin “mürid”iniz, “talebeniz” oluyor ve ona siz “Halifelik makamı” gibi bir “manevî makam” teklifinde bulunuyorsunuz fakat çıkabilecek “muhtemel dedikodular” sebebiyle “maddî aşk”ınız diyelim, “isimsiz kalmayı” yeğleyecek!!!

Böyle bir hâl, ne meşhur “Kahramanmaraşlı Şair” Abdurrahim KARAKOÇ’un “Mihriban”ına benziyor; ne de Sezai KARAKOÇ’un “aşkına” benziyor!!!

“Bukağı” romanı sadece bu mu?

Hayır! “Bukağı” romanı “Malatyalı Halvetî Tarikatı Müridi Mehmet’in Niyazî MISRÎ Hazretleri”olmasının “hikâyesi” olduğu gibi,”Niyazî Mısrî”, “Nur Mısrî Hazretleri” olabilmek için gösterilen cehdleri, “ilkeli duruşları”, “şehir şehir”, hattâ “ülke ülke yolculukları”, hülâsa “Ana’dan, yâr’dan, ser’den geçişleri” ve çok büyük “fedakârlıkları” da anlatıyor…”İki ilim yolunda”, yani hem “zahiri ilim yolunda”, hem de “gönül ilmi”, “manevî ilim yolunda” yaşanılanları da anlatıyor.

Düşünebiliyor musunuz, 78 yıllık ömrünüzün neredeyse 4(dört) yılını, bir Mürşid gözeteminde,“çok ağır halvet”lerde, “çok ağır çilehaneler”de geçiriyorsunuz…

“Bukağı” romanı sadece bu mu?

Hayır! “Bukağı” romanı, “her devrin çanak yalayıcıları “ile her devrin “yobazları” arasındaki “kavga”nın da anlatıldığı bir romandır. “Osmanlı Devleti”nin bile 17. Asırda, ordusunun “Yeniçeri Cuntaları”ndan, “İhtilâlci Askerler”den meydana geldiğini okumak; “Kadızâdeler “denilen “Kadızâdeliler” denilen “sözde şeriatçı zihniyetliler”in, “Devran ve cehri zikirleri” yasaklattıkları; Halvetî-Kadirî –Mevlevî tarikatlıların  “sıkıntı”da, “harda” kalmaları…”Hakikat Âlimi Niyazi Mısrî Hazretleri”nin “Kadızâdeli Zihniyetliler” de denilen “ham softa kaba yobazlar”dan da çektiklerini anlatan bir roman…

“Bukağı” romanı sadece bu mu?

Hayır! “Bukağı” romanında günümüzdeki “vaizciler” e bile “taş çıkartacak” kertede “sohbetler”in de olduğu bir roman…

“Bukağı” romanı sadece bu mu?

Hayır! “Bukağı” romanı, 20. Asrın “sürgünzedelerin Başbuğu” olan Bediüzzaman Said NURSÎ Hazretleri gibi 17. Asrın “Büyük Sürgünzedesi” “Büyük Mürşid” Niyazi Mısrî Hazretlerinin de Rodos’tan Limni’ye uzanan “nefy dolu”, “sürgün dolu” hayatının da anlatıldığı bir roman…

Gönlünde evlâdlarının da, herşeyden evvel , bir “Gönül Adamı”, bir “Gönül Eri”, bir “Gönül Dostu”, bir “Allah(c.c.) Adamı”, bir “Allah(c.c.) Dostu” olması ülküleri taşıyan,böyle mefkûreleri Rabbimizin bir lütfu olarak da düşünebilen her “baba”nın da mutlaka okuması elzem olan bir roman…

“Bukağı”ları ile “ayaklarına takılı zencirleri ile” defnedilmeyi “vasiyet etmiş” olan “Hakikat Âlimi-Büyük Mürşid” Niyazi Mısrî Hazretlerinin hayatının anlatıldığı bir roman “Bukağı…”

Düşünebiliyor musunuz, “babanız Nakşibendi Şeyhi” olduğu hâlde, siz “babanızın tarikatı”na değil de, “Halvetî Tarikatı”na giriyorsunuz…Ve Rabb’ül-âleminin ihsan ve lütufları…

Ve “Bukağı” romanı ile anlıyor ve öğreniyorsunuz ki, nasıl ki Muhyiddinî Arabî Hazretleri, yıllar önceden “Osmanlı Devleti’ni müjdelemişti”; Niyazî Mısrî Hazretleri de maatteessüf , “Osmanlı Devleti’nin çöküşünü”, taa 17. Asırda haber vermiş!!!

“KAF DAĞININ ARDINDA”-“BUKAĞI”

Günümüzde “TÖRE Dergisi”nin yeniden neşriyatına da “destek” veren hattâ neredeyse “TÖRE=Emine IŞINSU” dedirten derecede “kimlikli” bir “fikir-düşünce kadını” olan ancak “gerektiği ve yeterli ölçüde”, benim bilmem ne “medya”sı diye de tarif ettiğim “medya”da ‘yer bulamayan’ Emine IŞINSU’lar; kuvvetle muhtemeldir ki, “Milliyetçi-Ülkücü Düşünce Kadını, Edebiyatçısı, San’atçısı” olmanın da “bedelleri”ni hâlâ ödüyorlar!!!

Sonsöz:

“Sefer ettik, Hakk’a yürüdük…”

“Sefer ettirildik, Hakk’a yürütüldük…”

Sonsöz:

Niyazi Mısrî Hazretleri ne derece ‘Osmanlı Devleti’nin düşmanı’ ise, ‘İsmet Hoca’lar da o derecede ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin düşmanıdırlar!!!’

12.Mayıs.2012

İsmet GÜLTEKİN

İsmet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

Dip Notlar:

(*): Emine IŞINSU, “Kaf Dağının Ardında”, Ötüken Neşriyat, İkinci basım, İstanbul-1999

(*): Emine IŞINSU, “Bukağı”, Ötüken Neşriyat, İstanbul-2004

Posted 12 Mayıs 2012 by metgultekin in Genel

“YENİ AKİT” BENİ DE LİNÇ ETMİŞTİ!!!   Leave a comment

Görsel

 

 

“YENİ AKİT” BENİ DE LİNÇ ETMİŞTİ!!!

İçimde daima bir “uhde” olarak yer etmiş olan “doğduğum memlekette de bir mahallî/yerel gazete çıkartabilsem?” düşüncesi, “öğretmenlik hayatım”la birlikte, 2000’lerde Rabbim’ce lütfedilmişti..

Samsun-Vezirköprü’deki öğretmenliğim ve sonra ‘doğduğum memleket’ olan ‘Terme’deki öğretmenliği’ boyunca, bence, çok müşkiller ve imkânsızlıklar içinde “Terme Birlik MEFKÛRE-Birlik Olmadan, Dirlik Olmaz” isimli ‘yayın periyodu aylık’ olan ancak bazen iki ayda bir, üç ayda bir “çıkarttığım” mahallî/yerel gazetem..

“O Yıllar”ın “hukukî” müşkilliklerinden dolayı bizzat mes’uliyetini üstlenemediğim ancak herşeyini üstlendiğim “Terme Birlik MEFKÛRE” gazetesi, mahallî-yerel ölçekte de olsa, ‘Terme Ölçeği’nde de olsa “iz bırakmış bir yayın organı” olmuştur…

Samsun, Bafra gibi bazı matbaalarda da bastırıp yayınladığım “Terme Birlik MEFKÛRE” gazetesini, sonraları daha çok “Dergah Ofset Matbaaları”nda, yani bugünkü “Yeni AKİT Gazetesi”nin matbalarında da bastırıp yayınlamak nasip olmuştu…

Hiçbir “ticarî getirisi” olmamasına rağmen, yukarıda zikrettiğim üzre, bırakalım “Başkanlık Sistemi”, bilmem ne sistemi, bırakalım “İleri Demokrasi Masalları”nı, ben iddia ediyorum ki, günümüz öğretmenlerinin hiçbiri, “okul gazetesi”, “okul dergisi” dışında bir “yayın organını çıkartıp yayınlayabilecek” bir “hukuk devleti zihniyeti”ne bile bulamamaktadırlar…

Belde belde , hatta bazen köy köy dağıtımını bizzat “iştiyak”la yaptığım “Terme Birlik MEFKÛRE”  gazetesi, maatteessüf 2005’lerde, uğradığım “linç”lerin de tesiri ile yayınını sonlandırmak mecburiyetinde kaldı…

“YENİ AKİT”ÇİLER BENİ LİNÇ ETTİ!!!

Daima “12 Eylül ürünleri” tesbitinde bulunduğum “Anadolu’daki VAKİT”, şimdilerin “Yeni AKİT Gazetesi”ne ait “Dergah Ofset Matbaası”na , gazetemin ödemelerini, nihayetinde çok müşkilliklerle de olsa ödeyebiliyordum..Bizzat bu sebeple iki defa da ziyaret ettiğim şimdiki “Yeni AKİT Gazetesi”ne, “Terme Birlik MEFKÛRE”min yeni sayısı ile “Terme’de Ermeni-Rum Zulmü” isimli ‘kitapçık’ çalışmamı ‘basılıp” yayınlansın diye ‘teslim’ ettim.. “Söz senettir…Söz namustur” düşüncesi ile “şifahen” mükerreren borcumu ödeyeceğimi söylesem de, şimdilerde düşünüyorum da, tam bir “mafyavâri” usulle “boş senetlere imza atıp” Terme’ye dönmüştüm..

2005’ler ‘Dergah Ofset’ sorumluları, “Matbaa Müdürü Değişti” diyerekten, “MEFKÛRE”mi ve “kitapçığı”mı basamayacaklarını, üstelik “borçlarımın” olduğunu söylediler..Nihayette, akabinde, 2005’te, “Gazetenin Avukatı Emin Bey”, şimdi soyadını hatırlayamadım; taa Terme’ye kadar gelip, kirada da olsa evimi görüp hattâ bir ağbim ile de görüşüp tekrar İstanbul’a dönüyor…

Akabinde ise, “birikmiş borcum”, “boş senetlere atılan imzam”ın “hukukî delil” olarak kullanılması neticesi, toplam 3 milyar küsür iken; “öğretmenlik maaşım”a ‘haciz”le toplam 6 milyar küsür şeklinde “tahsil” ediliyordu!!! Edildi de…

1)    “Terme Birlik MEFKÛRE” isimli gazetemin ‘son sayısı”nı basmadılar…

2)    ‘Terme’de Ermeni-Rum Zulmü’ isimli ‘kitapçık’ çalışmamı basıp yayınlamadıkları gibi kaybettiler…

3)    “Mafyacılar” gibi “boş senetlere imza” attırdılar…

4)    2000’lerde, kendi çapımda devam etmekte olan ‘fikir-düşünce mücadelemi’ sekteye uğrattılar, ‘dur-dur-du-lar…’

5)    Sadece “fikren linç”değil; “ekonomik linç” de uyguladılar; birikmiş borcum 3 milyar küsür iken “haciz”le 6 milyar küsür olarak tahsil ettiler…Hem de “tek maaş”lı bir öğretmen olduğum halde!!!

     SONSÖZ:

Şimdilerde “bilgilenmek”, “fikir edinebilmek” vesaire gibi niyet ve düşüncelerle  zaman zaman “Yeni AKİT Gazetesi” alıp okuyorum ve her defasında da bahse konu mes’ele sebebi ile ‘hafakanları’ yaşıyorum…

Neredeyse T.S.K.’nın bütün ‘Generalleri’nce ‘Linç’ edildiklerinden ‘dem vuran ‘ ve anladığım kadarı ile de ve zaman zaman bazı yazılarımda “cümleler hâlinde de deşifre” ettiğim üzre; “Kadrolu MHP düşmanı” olan ve “İslâmî Hareketler”den “Selefî Zihniyeti” hatırlatan “Yeni AKİT Gazetesi” açısından da, 2005 tarihi, “bükülme”nin,” eğilme”nin, “omurgasızlaşma”nın da miadı, başlangıcı olsa gerek!!!

Bir zamanlar “makalelerine”, “İslâm Düzeni” Fransız Sosyalist lakırdısı” ile başlayan Şevki YILMAZ’ların “İslâm Nizâmı” kertesine gelmesi ise “iyi gelişmeler” olsa gerek!

Ben asla “Yeni AKİT Zihniyetliler”in ‘ipi ile kuyulara inmem” dostlar?!!!

Haa, “fikren,ekonomik linç mes’elem” mi?

Oh be! Yıllar sonra ilk defa 7 yıl sonra ilk defa bu kadar açık yazdım işte!!!

“Kübra’ların Mahkemesi”ni değil, sahiden “Büyük Mahkeme”yi hatırlatırım…

O kadar!!!

12. Mayıs. 2012

İsmet GÜLTEKİN

İsmet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

NOT: İnanamayanlara, “maaş bodroları” mı incelemelerini,  mümkünse hâlen de avukatlık yapmakda olan “Gazetenin Avukatı Emin Bey” ile iletişime geçmelerini tavsiye ederim…

Posted 12 Mayıs 2012 by metgultekin in Genel

“YENİ AKİT” BENİ DE LİNÇ ETMİŞTİ!!!   Leave a comment

“YENİ AKİT” BENİ DE LİNÇ ETMİŞTİ!!!

İçimde daima bir “uhde” olarak yer etmiş olan “doğduğum memlekette de bir mahallî/yerel gazete çıkartabilsem?” düşüncesi, “öğretmenlik hayatım”la birlikte, 2000’lerde Rabbim’ce lütfedilmişti..

Samsun-Vezirköprü’deki öğretmenliğim ve sonra ‘doğduğum memleket’ olan ‘Terme’deki öğretmenliği’ boyunca, bence, çok müşkiller ve imkânsızlıklar içinde “Terme Birlik MEFKÛRE-Birlik Olmadan, Dirlik Olmaz” isimli ‘yayın periyodu aylık’ olan ancak bazen iki ayda bir, üç ayda bir “çıkarttığım” mahallî/yerel gazetem..

“O Yıllar”ın “hukukî” müşkilliklerinden dolayı bizzat mes’uliyetini üstlenemediğim ancak herşeyini üstlendiğim “Terme Birlik MEFKÛRE” gazetesi, mahallî-yerel ölçekte de olsa, ‘Terme Ölçeği’nde de olsa “iz bırakmış bir yayın organı” olmuştur…

Samsun, Bafra gibi bazı matbaalarda da bastırıp yayınladığım “Terme Birlik MEFKÛRE” gazetesini, sonraları daha çok “Dergah Ofset Matbaaları”nda, yani bugünkü “Yeni AKİT Gazetesi”nin matbalarında da bastırıp yayınlamak nasip olmuştu…

Hiçbir “ticarî getirisi” olmamasına rağmen, yukarıda zikrettiğim üzre, bırakalım “Başkanlık Sistemi”, bilmem ne sistemi, bırakalım “İleri Demokrasi Masalları”nı, ben iddia ediyorum ki, günümüz öğretmenlerinin hiçbiri, “okul gazetesi”, “okul dergisi” dışında bir “yayın organını çıkartıp yayınlayabilecek” bir “hukuk devleti zihniyeti”ne bile bulamamaktadırlar…

Belde belde , hatta bazen köy köy dağıtımını bizzat “iştiyak”la yaptığım “Terme Birlik MEFKÛRE”  gazetesi, maatteessüf 2005’lerde, uğradığım “linç”lerin de tesiri ile yayınını sonlandırmak mecburiyetinde kaldı…

“YENİ AKİT”ÇİLER BENİ LİNÇ ETTİ!!!

Daima “12 Eylül ürünleri” tesbitinde bulunduğum “Anadolu’daki VAKİT”, şimdilerin “Yeni AKİT Gazetesi”ne ait “Dergah Ofset Matbaası”na , gazetemin ödemelerini, nihayetinde çok müşkilliklerle de olsa ödeyebiliyordum..Bizzat bu sebeple iki defa da ziyaret ettiğim şimdiki “Yeni AKİT Gazetesi”ne, “Terme Birlik MEFKÛRE”min yeni sayısı ile “Terme’de Ermeni-Rum Zulmü” isimli ‘kitapçık’ çalışmamı ‘basılıp” yayınlansın diye ‘teslim’ ettim.. “Söz senettir…Söz namustur” düşüncesi ile “şifahen” mükerreren borcumu ödeyeceğimi söylesem de, şimdilerde düşünüyorum da, tam bir “mafyavâri” usulle “boş senetlere imza atıp” Terme’ye dönmüştüm..

2005’ler ‘Dergah Ofset’ sorumluları, “Matbaa Müdürü Değişti” diyerekten, “MEFKÛRE”mi ve “kitapçığı”mı basamayacaklarını, üstelik “borçlarımın” olduğunu söylediler..Nihayette, akabinde, 2005’te, “Gazetenin Avukatı Emin Bey”, şimdi soyadını hatırlayamadım; taa Terme’ye kadar gelip, kirada da olsa evimi görüp hattâ bir ağbim ile de görüşüp tekrar İstanbul’a dönüyor…

Akabinde ise, “birikmiş borcum”, “boş senetlere atılan imzam”ın “hukukî delil” olarak kullanılması neticesi, toplam 3 milyar küsür iken; “öğretmenlik maaşım”a ‘haciz”le toplam 6 milyar küsür şeklinde “tahsil” ediliyordu!!! Edildi de…

1)    “Terme Birlik MEFKÛRE” isimli gazetemin ‘son sayısı”nı basmadılar…

2)    ‘Terme’de Ermeni-Rum Zulmü’ isimli ‘kitapçık’ çalışmamı basıp yayınlamadıkları gibi kaybettiler…

3)    “Mafyacılar” gibi “boş senetlere imza” attırdılar…

4)    2000’lerde, kendi çapımda devam etmekte olan ‘fikir-düşünce mücadelemi’ sekteye uğrattılar, ‘dur-dur-du-lar…’

5)    Sadece “fikren linç”değil; “ekonomik linç” de uyguladılar; birikmiş borcum 3 milyar küsür iken “haciz”le 6 milyar küsür olarak tahsil ettiler…Hem de “tek maaş”lı bir öğretmen olduğum halde!!!

     SONSÖZ:

Şimdilerde “bilgilenmek”, “fikir edinebilmek” vesaire gibi niyet ve düşüncelerle  zaman zaman “Yeni AKİT Gazetesi” alıp okuyorum ve her defasında da bahse konu mes’ele sebebi ile ‘hafakanları’ yaşıyorum…

Neredeyse T.S.K.’nın bütün ‘Generalleri’nce ‘Linç’ edildiklerinden ‘dem vuran ‘ ve anladığım kadarı ile de ve zaman zaman bazı yazılarımda “cümleler hâlinde de deşifre” ettiğim üzre; “Kadrolu MHP düşmanı” olan ve “İslâmî Hareketler”den “Selefî Zihniyeti” hatırlatan “Yeni AKİT Gazetesi” açısından da, 2005 tarihi, “bükülme”nin,” eğilme”nin, “omurgasızlaşma”nın da miadı, başlangıcı olsa gerek!!!

Bir zamanlar “makalelerine”, “İslâm Düzeni” Fransız Sosyalist lakırdısı” ile başlayan Şevki YILMAZ’ların “İslâm Nizâmı” kertesine gelmesi ise “iyi gelişmeler” olsa gerek!

Ben asla “Yeni AKİT Zihniyetliler”in ‘ipi ile kuyulara inmem” dostlar?!!!

Haa, “fikren,ekonomik linç mes’elem” mi?

Oh be! Yıllar sonra ilk defa 7 yıl sonra ilk defa bu kadar açık yazdım işte!!!

“Kübra’ların Mahkemesi”ni değil, sahiden “Büyük Mahkeme”yi hatırlatırım…

O kadar!!!

12. Mayıs. 2012

İsmet GÜLTEKİN

İsmet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

NOT: İnanamayanlara, “maaş bodroları” mı incelemelerini,  mümkünse hâlen de avukatlık yapmakda olan “Gazetenin Avukatı Emin Bey” ile iletişime geçmelerini tavsiye ederim…

Posted 12 Mayıs 2012 by metgultekin in Genel

‘TIPKI’ “BÜYÜK DOĞU(*)” ‘BİR YAŞINDA’   Leave a comment

‘TIPKI’ “BÜYÜK DOĞU(*)” ‘BİR YAŞINDA’

“MARŞIMIZ BUDUR”

“Tanrının, alnından öptüğü millet!

Güneşten başını göklere yükselt!

Avlanır, kim sana atarsa kement,

Ezel kuşatılmaz, çevrilmez ebed.

 

Tanrının, alnından öptüğü millet!

Güneşten başını göklere yükselt!”(1)

Evet, “Tanrı”, “bu milleti”, “Türk Milleti”ni “alnından öpebilir mi?”

Evet, “öpebilir…” Hem de “Şark’tan neş’eden nihayetsiz İslâm Âlimleri” gibi, Hz. Hasanvâri  ‘ser’lerden de, ‘baş’lardan da ‘öper’; Hz. Hüseyinvâri ‘boyunlar’dan da ‘öper…’

Evet, “avlanır” ‘Türk Milleti”ne ‘kement atanlar…’ Hem de eninde-gecinde…

Elbette ki, “Ezel kuşatılmaz, çevrilmez ebed…”

“Allah(c.c.), bütün gözleri ihata eder ancak hiçbir göz Allah(c.c.)’ı ihata edemez…”

“Türk Milleti”, aslında böyle bir ‘millet’tir:”Tanrının, alnından öptüğü millet”tir…Adetâ “Tanrı’nın milletidir…”

“Türk isen iftihar et; değilsen takdir et!”, demişler. Ancak “Türk Olmak”, bilmem hangi tarihte başlayan “Avrupa’ya, Batı’ya râm olmak” demek değildir.

“Türk Olmak”, “Avrupa’nın, Batı’nın Yeniçerileri olmak” demek değildir.

“Türk Olmak”, “Cumhuriyet Devrimcileri Kadroları” gibi, haklarında “İslâm Deccal”liğinden tut; “Yahudiliğe” kadar  çok mesnetli “iddiaları” olan “Adı Türk”ler gibi, “Seküler Zihniyetliler” gibi değil; “Sürgünzedelerin Başbuğu”nca ifâdesi ile “Hakikî Türkler”den olabilmektir..

Ki, “Hakikî Türkler zulmetmezler…Katliâmlar yapmazlar…”

“Türk Olmak”, “Hem Türk olmak, hem İslâm olmak, hem de muasır olmak mümkündür” diyenler gibi olabilmektir.

“İslâmsız Türk” de asla ve kat’a olmaz…

“Türk-İslâm” sahiden de ‘et ve tırnak’ gibi, ‘derimiz-ruhumuz’ gibi…

“Hakikî Türkler”in dalgalandırdığı “tek bayrak”ları vardır:”İ’lây-ı Kelimetullah için Nizâm-ı Âlem Bayrağı…”

“Hakikî Türkler”in “her bulunduğu yer”, bu anlamda da tıpkı bir zamanların “Osmanlı Subayları” gibi asla ve kat’a “gurbet” değil, “vatan”larıdır…

Bu anlamda da, rahmetli Üstad’ın “Büyük Doğu Mefkûresi”nin de “dalgalandırdığı bayrak”, “İ’lây-ı Kelimetullah için Nizâm-ı Âlem Bayrağı”dır ve ÖYMEN’lerin de ‘iddia’ ettiği üzre, sadece “İslâm İnkılâbı” (2) değil; “Türk=İslâm” iktizasınca sahiden “Türk İnkılâbı” da “mefkûresi” olmuştur…

“Edebiyat, Din/İslâm, Güzel Sanatlar, Doğudan Batıdan, Hikâye, Piyes, Şiir, Tarih, Dil” gibi “unsur”lardan öte “herşeyimizi teşkil eden Millî Kültür kodlarımıza” “Avrupacılar, Batıcılar gibi” ‘İRTİCA” demek; “herşeyimizi teşkil eden Millî Kültür kodlarımızı” ‘yaşatmak adına sahip çıkanlara” da “MÜRTECİ” demek; tamamiyle “Medeniyetler Muvacehesinde” de, “Türk-İslâm Medeniyeti”nin, yahut “İslâm Medeniyeti”nin değil de; 400 yılı bulan zamandır “Küre-i Arz’a hükmeden” “Mimsiz Medeniyet”ten, “Deniyet”ten yahut “Garp/Batı Uygarlığı” safında “yer tutmak” demek değil de nedir?!

Allah(c.c.) aşkına, siz, ‘Batı’nın hangi tarih döneminde”, ‘kendi kültür kodları”na ‘İrtica’; ‘kendi kültürüne sahip çıkan, yaşatanlara’ da ‘Mürteci’ denildiğini biliyor musunuz?

“Liberalizm” dahil, “bütün izm’leri” ile “bütün Batı Düşünceleri” ile Küre-i arz’ın hükmetmediği bir “göz gibi odası” da kalmamış “Batı Uygarlığı”, bırakalım “bütün insanlığı”, daha “kendi insanlarını bile ‘mutlu’ edememek, ‘saadet’li kılamamakta, huzurlu yaşatamamakta(!)dır…”

İşte, 1. Kasım. 1946 tarihli, 53. Sayısı ile “Bir yaşındayız!” diyen rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK’in “Büyük Doğu”mecmuası,”kültürümüzün de diriliş kavgasının öncüsü olmuş” bir “muhteşem mecmua”mızdır…”Türk-İslâm Dâvâmız”ın, “Türk-İslâm Medeniyetimizi yeniden diriltme kavgamız”ın “muhteşem sesi” olan bir mecmuamızdır…”Orijinal Tıpkı Basımları”n bile 66 yıl sonra “Türk Milleti”nin “kılcal damarlarını kıpırtdarması” da ispatlamaktadır…

Evet, “Bir Yaşındayız” diyor “Be.De.” imzası…”Çilemiz rütbemiz” dercesine, “neler çektik neler?” dercesine…”…Mahkemenin tâ Ankaralardan ‘buraya gel’ diye haykırdığı ve hükûmetin-CHF Hükûmeti-yan gözle kendisini süzdüğü” zamanlar…

Lâkin, “memleketimizde bugüne kadar en ileri  münevver seviyesini arayıcı bir fikir ve sanat diliyle çıkan hiçbir mecmua ve neşir vasıtası”nın  ulaşamadığı 10.000/onbinleri bulan basım-tiraj rakamları…(3)

“…Dâvâ ve mefkûre yolunda” bir “Büyük Doğu…”Türkiyemizde, maatteessüf, sırf Mehmet Ziya GÖKALP’i ‘anlayamamak’tan kaynaklanan ‘allerji’ ile “onun türettiği kelime” diye “tertemiz” mefhumumuzu da se-ve-me-yen-ler, an-la-ya-ma-yan-lar…Hal buki,“MEFKÛRE” mefhumumuz, zamanın “mütefekkir”lerinin “Risale-i Nur Külliyatları”nda “sıkınmadan”, “ıkınmadan” kullandığı bir mefhum da…

“AVRUPALILAŞMA/BATILILAŞMA” MI “HAKİKÎ MUASIRLAŞMA?”

‘Tıpkı’ 1 Kasım 1946 tarihli “Büyük Doğu” mecmuamızda “Piyes-SIR-Necip Fazıl KISAKÜREK” imzalı “piyes” de dillendirilen “hakikatler” de, “Avrupalılaşma, Batılılaşma yolunda”ki hâl i pür melâlimizi “çok net” hülâsa ediyor:

-Dinimiz ne olmuştu?

-Yırtık ve kokmuş çorap gibi kirliye atılmıştı!

-Dilimiz ne olmuştu?

– Kurbağalara maskara?

– Kadınlarımız?

–  Orospu!

– Analarımız, babalarımız?

– Tavan aralarında pılıpırtı!

– Anneler ne doğurdu?

– Köpek yavruları!

– Memuru anlatın!

– Haydut!

– İş adamı?

– Hırsız!

– Köylü?

– Sarhoş ve hasta!

– Şehirli?

– Deli ve kumarbaz!

– Toprağı söyleyin?

– Kel baş!

– Bütün inşaları, bütün işleri, bütün dâvâları?

-Çıkartma kağıdı dolandırıcılığı!

– İlmi ne yaptılar?

– Resmî yalan tezgâhı!

– Ahlâka ne dediler?

– Umacı masalı!

– Ve politikaları? Ve politikaları?

– Güneşin battığı yöndeki siyahlara kölelik!

– İnkılâp, inkılâp, inkılâp?

– Onlarda kelime, bizde hakikat!

-Selâm sana, inkılâpların inkılâbı sonsuz Başyücelik!”(4)

MASKELER DÜŞÜRÜLÜYOR!!!

Adetâ “Tarih Mahkemesi”nde, “Mithat Paşa”nın “maskesi düşürülürken”(5), bu seferde “Edebiyat Mahkemesi”nde, “Nursuz Nurullah”ın, “Nurullah ATAÇ”ın “maskesi düşürülüyor!!!”

“Celse devam ediyor”dan anlıyoruz ki, “ilk celsede”, “Bay Nurullah ATAÇ”ın “hileli bir tevazu”suna, “hile edâsı”na ‘yükleniliyor…

“Hakimiyet Hakk’ındır” denilen “Hakk Divanı” ‘Edebiyat Mahkemesi”nde, “suâl-cevap” faslında, ATAÇ’ın “Tercüme eseleri”ni söylemediğine dikkat çekiliyor..Hazırlanan “İDDİANAME”de ise  adetâ “Nursuz Nurullah”ın ‘papucunu dama atacak”, “muayyen Fransızca gazetelerden aşırmaları” gibi “kocakarı üslubu” ve “gıda bakımından kabak çekirdeği hafifliği”nden dem vuruluyor…(5)

Bakalım, “ikinci celse” ne şekilde devam edecek?!

“TEK KİŞİLİK ORDU=NFK”

“Bir Yaşında”ki “Büyük Doğu” mecmuamızın bu sayısındaki “künye”dende anlıyoruz ki, rahmetli üstad Necip Fazıl KISAKÜREK, adetâ “Nesillerin Yalnızları”nı, “Yalnız Nesilleri” oynamış: “Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Necip Fazıl KISAKÜREK”

Yine “ilân almaz” “Büyük Doğu” mecmuasının bu “bir yaşında”ki  53. Sayısında da “Sizinle Başbaşa”da yazılan “tenbihiyle yazıyoruz” izahatlarından da anlıyoruz ki, “ekonomik linçleri” çağrıştırıcı şekilde, “evinin halısını bile rehin vermekten tereddüt etmeyecek” “dâvâ adamlığı kıvamı”nı da sergilemiş…(6)

SON SÖZ:

“Tanrının, alnından öptüğü NECİP FAZIL KISAKÜREK…”

Bu kadar…

01.Mayıs.2012

İsmet GÜLTEKİN

İsmet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

Dip Notlar:

(*): “Büyük Doğu” Cuma Günleri Çıkar, Siyasî ve Edebî Haftalık Mecmua, sayı:53, 1 Kasım 1946,28 Nisan 2012 Cumartesi,STAR Gazetesinin Hediyesidir

(1): Büyük Doğu Mecmuası, adı geçen sayı, sayfa 3

(2): Altan ÖYMEN,”Minareler Süngü…”, Radikal Gazetesi,25.04.2012

(3): Büyük Doğu Mecmuası,a.g.s., sayfa 8

(4): Büyük Doğu Mecmuası, a.g.s., sayfa 13

(5): Büyük Doğu Mecmuası, a.g.s., sayfa 16(Arka kapak)

(6): Büyük Doğu Mecmuası, a.g.s., sayfa 9

Posted 01 Mayıs 2012 by metgultekin in Genel