Archive for Nisan 2013

TÜRK BAYRAĞI, KÜRD’ÜN DE BAYRAĞIDIR, İSLÂM’IN DA BAYRAĞIDIR   Leave a comment

 

Görsel 

TÜRK BAYRAĞI,

“EKRÂD/KÜRDLER”IN DA BAYRAĞIDIR,

 

 

                                 İSLÂM’IN DA BAYRAĞIDIR

                                                  

 

 

 

 

                        

 

İsmet GÜLTEKİN

 

 

 

 

GİRİŞ:

 

TÜRK BAYRAĞI, “EKRÂD/KÜRDLER”IN DA BAYRAĞIDIR, İSLÂM’IN DA BAYRAĞIDIR

 

Ben, ömründe ilk defa “Türk Bayrağı” hakkında okuyacağınız bilgileri okuduğumda, Yüksek Lisans tahsilim ve askerlik hayatım bitmişti. Onca yıl sonra okuduğumda  da bir hayli heyecanlanmıştım. Ve her Müslüman Türk çocuğu gibi onca yıl “Eğitim Öğretim” gördüğümüz senelerime de çok hayıflanmış ve “Eğitim Sistemi”nin acımasız çarkları altında, “öyle bir eğitim ile yetiştirildiğimin” bir kere daha farkına varmıştım.

Okuma iştiyakı yüksek olan nesiller kategorisinden olmam hasebiyle, şu an hatırlayamadığım bir şekilde, elime Kastamonu İmam-Hatip Lisesi dergilerinden biri geçti. Derginin yılını ve tarihini de şu an hatırlayamıyorum.Belki de sizlerin de  “İlk” okuyacağınız bu bilgileri , ben de “Kastamonu İmam-Hatip Lisesi Dergileri”nden birinde okudum..

Sonraları konuyu biraz daha detaylaştırma gayretine girerek, aşağıdaki çalışma oluştu.Ve kendimim “Birlik olmadan, dirlik olmaz” şiarı ile çıkarttığım ve 50’yi aşan sayıyı bulan “Terme Birlik MEFKÛRE” isimli gazetemde yayınladım.

Maalesef çoğu değerlerimizi hâlâ tam anlamıyla kavramadan, kavratamadan yaşıyoruz. “Türk Bayrağı”mızı bile “seküler” bir anlayışla ve gayet de bir iki cümleyi geçemeyen bilgiler ötesinde fazla bir şey de bilmiyoruz. Hattâ öyle ki, “Türk Bayrağımızın Doğuşu Efsâneleri”ni bile bilemiyoruz…

Halbuki gönderlere çektiğimizde, çehresine baktığımızda gururlanıyor ve heyecanlanıyoruz. Ancak çoğumuzun heyecanı bilgilerden eksik…

Bu çalışmamı okuduğunuzda bazı densizlerin de ağızlarının payını alacaklarını göreceksiniz. Hâlâ da ecnebî bayraklara meftun “kuşaklar” içimizde varken; bir de  sözde“İslâmî hassasiyet” namına “Türk Bayrağı”mızı küçümseyenler, hattâ “İslâm dışı” algılayanlar da, gerekli cevabı alacaklar. Ve neticede “Türk Bayrağı, İslâm’ın da Bayrağıdır” diyeceklerdir.

Ki, biz Türkler, “İslâmiyet’in Bayraktarlığı”nı, “İslâmiyet’in hadimliğini” yapmış “Büyük Bir Milletiz” ve aslında hâlâ da öyleyiz.

“Oğuz/Türkmen Çocukları” yeniden uyandıklarında Türk’ün dirilişi de bambaşka olacaktır, inşallah..

Rahmetli Osman Yüksel SERDENGEÇTİ’nin tabiriyle, “Tanrı Türk’ü, Allah da milletimizi korusun ve yüceltsin.”(Âmin)

 

 

 

                                                                                              TÜRK BAYRAĞI, “EKRÂD/KÜRDLER”IN DA BAYRAĞIDIR,İSLÂM’IN DA BAYRAĞIDIR

 

Türk Bayrağı’nın rengini şehidlerin kanından, ilhamı da kan gölüne yansıyan Ay ve Yıldız’dan aldığını biliyoruz. Fakat bayrak hakkındaki bu bilgi, bayrağın taşıdığı kutsal anlamı, o anlamdaki sembolizmi, ondaki derinliği ve yüceliği anlatmaya yeterli mi?

İnsan düşüncesi manevî anlamdaki yücelik kavramı ile maddî anlamdaki yükseklik kavramı arasında bir ilişki,bir paralellik kurar. Kutsal saydığı ve saygı duyduğu manevî değeri yüce olan mekan bakımından da yerinin yüksekte olmasını arzu eder.

Onun içindir ki, işlemeli Mushaf(Kur’an) çantasını yükseğe veya kütüphanemizin en üst tarafına koyarız. Ezan-ı Muhammedî’yi yüksek bir yer(minare)den okuruz. Ve bayrağı yüksek bir direğe çekeriz.

Niçin?

Çünkü o, başta milletimizin İstiklâl ve Hakimiyeti olmak üzere inandığı ve uğrunda can verdiği ne kadar kutsal değerleri varsa hepsini sembolize eder.

Bu anlamda her bayrak, kendi milletine göre kutsaldır. Hiçbir bayrak kendi milletinin gözünde yalnızca iki metre kumaş parçası değildir. “Bez parçası” asla değildir..Bundan çok yüksekte özel ve manevî bir değere sahiptir.

Bilindiği gibi, genellikle Hıristiyan milletlerin bayrağında Haç şeklinde semboller yer almıştır. Müslüman milletlerin bayraklarında da genellikle Hilâl görülmektedir. Haç’ın ne anlama geldiğini biliyoruz. Hazreti İsa’nın çarmıha gerilerek Haç şeklinde şehid edildiğine inandıkları için Hıristiyanlar, o sembolü benimsemişlerdir. Hilâl’in de Müslümanlarca bir sembol kabul edildiğini, hattâ bu Hilâl sembolünün biz Müslüman Türkler’in, 1453’de, Fatih Sultan Mehmed Han Kumandası’nda, İstanbul’u fethettiğimiz 15. asırda, yeryüzündeki bütün Müslümanlarca Hilâl’in artık bir sembol olarak kabul edildiğini biliyoruz.(1)

 

Ancak bunun sembolik değeri nereden gelmektedir? Dolunay(Bedir) ayın ondördüncü gecesindeki en parlak hâliyle  daha parlak olduğu hâlde, niçin ayın en az ışık verdiği yay şeklindeki zayıf şekli sembol olarak seçilmiştir?

Hilâl, eğer Haç’ta olduğu gibi doğrudan doğruya şekilden alınan bir sembol olsaydı, ayın öndördüncü gecesindeki en parlak hâliyle dolunay şeklini sembol olarak kullanmak daha uygun olurdu. Oysa Hilâl şekli dolayısıyla değil, ismi dolayısıyla sembol olmuştur. Bu anlamı da Allah (cella celalühü) isminden almıştır.

Bilindiği gibi, Arapça aslında Hilâl kelimesinde bir “He”, bir “Lâm”, bir “Elif” ve yine bir “Lâm” harfi bulunmaktadır. Yani bir “He” ve iki tane “Lâm” bulunmaktadır.

Bu harflerin ebced hesabıyla rakam değeri de:

“He”: 5

“Lâm”: 30

“Elif”: 1

“Lam”: 30

Toplam= 66’dır.

“Allah” kelimesi de yine bir “Elif”, iki “Lâm” ve bir “He” ile yazılmaktadır. Bu harflerin de değeri yine ebced hesabı ile aynıdır. Bunlar da 66(altmışaltı)’dır. Her iki kelimeyi meydana getiren harfler değişmediği için bunların rakam olarak değeri de değişmez. Aynı harfler her iki kelimede de aynıdır. Sadece yerleri değişiktir. Yani biz “Hilâl” yazarken  “Allah” isminin harflerini kullanıyoruz.

Madem ki her iki kelimeyi meydana getiren harflerin kendilerinde ve rakam olarak değerlerinde bir değişiklik yoktur; öyleyse bu iki kelimeyi bilhassa sembolik olarak birbirinin yerine kullanmak mümkündür. O hâlde bayrak üzerine “Allah” yazacak yerde, aynı ismin eş değerlisi olan “Hilâl”i koymak, hem daha anlamlı, hem inançlarımıza daha uygundur. Çünkü inancımıza göre, “Allah”ı sembol olarak bile ifâde etmek mümkün değildir. Aksi hâlde putperestlerin düştüğü hâtâyı tekrarlamış oluruz. Oysa İslâmiyet, putperestliğin her çeşidini yıkmak üzere gelmiş bir dindir.

İşte bu sakıncalarından dolayı “Allah”ı zâtı ve ismi tenzih edilerek, o ismin harf ve ebcedi bakımından eş değerlisi olan “Hilâl” sembol yapılmıştır. Madem ki sembolik bir anlam taşıyacaktır, o hâlde “Hilâl” yazmaktansa “Hilâl”in şeklini yazmak arasında hiçbir fark yoktur. Aksine sembol olarak Hilâl şekli daha uygun, daha anlamlıdır.

Böylece “Hilâl”in sembol olarak seçilmesinde şu mantık silsilesi görülmektedir:

Allah(ismi)-Hilâl(ismi)-Hilâl(şekli)

Allah’ın birliği (Tevhid) inancı ve bu inancın Lâ ilâhe illallah(Allah’tan başka Tanrı yoktur) formulüyle ifâde edilen manası böylece “Hilâl” şeklinin içinde sembol olarak ifâdesini bulmuştur.

Bildiğiniz gibi bazı İslâm Ülkelerinin bayrağında, özellikle Suudî Arabistan Devleti’nin bayrağında böyle bir sembole gidilmeden doğrudan doğruya Kelime-i Tevhid’in kendisi yazılmıştır. (2)

Ancak birtakım mânâların sembol ile ifâdesi sözle ifâdesinden daha derin ve daha anlamlıdır. Ancak, Fevzi KURTOĞLU’nun “Türk Bayrağı ve Ay Yıldız” isimli kitabında,Osmanlı İslâm Ordusu’nda, Kelime-i Tevhid gibi kutlu sözün bizzat yazıldığı “Alay Sancakları” da mevcuttur., denilmektedir.(3)

Büyük yazarlar, büyük mütefekkirler duygu ve düşüncelerini basit ve katı kelimelerle değil, ince sembollerle ifâde yolu seçerler. En çok sembol kullananlar Fuzulî ve Mevlânâ gibi en büyük, en güçlü ve kalıcı eserler vermiş olanlardır. Şeyh Galip de Hüsn-ü Aşk adlı eserinde aşk ile güzelliği ve bunların arasındaki  ilişkileri, birtakım sembollerle ifâde etmiştir.

Biz konumuzdan uzaklaşmayalım ve yine konumuza dönelim. Bayrağımızdaki ikinci sembolü, “Yıldız”ı anlatmaya çalışalım:

“Hilâl’in kuçağındaki Yıldız”, “Hilâl”de olduğunun aksine doğrudan doğruya şeklinden alınmıştır. Ancak bu şekil yine Arapça “Muhammed” yazısının şeklidir. Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in ismi yazıldığı zaman birinci “mim”in başı, “ha” harfinin dirseği, ikinci “mim”in kıvrımı ve “dâl” harfinin alt ve üst kanadı beş tane çıkıntı meydana getirir ve tam bir “Yıldız” şeklini alır. Zaten İslâm’ın şartı da beştir. Demek ki, bayrağımızdaki “Hilâl” de  Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in “Muhammed”  ismine denk gelmektedir..

Hilâl, Allah(c.c.) inancını; Yıldız, Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’e bağlılığı ifâde eder.

Allah inancı, Âmentü ile bildirilen imân şartlarının temeli olduğu için imân esaslarının hepsi bu sembolle ifâdesini bulmuş olur. O zaman Hilâl, İmânın şartlarını; Yıldız da,İslâm’ın şartlarını remz olarak dile getirir ki, bayrağımızdaki bu iki sembolle, “Ay ile Yıldız”la, İslâm Dini bütün yönleriyle ifâde edilmiş olur.

Claude Farrere (Klod Farer) dilimize “Türklerin Manevî Gücü” adıyla çevrilen eserinde (sh.36) “Hilâl” şekli üzerinde durarak; bu şeklin Türklerin hayatında nasıl bir önem taşıdığını anlatmaya çalışır:” En mükemmel gemiler, Yarım Ay şeklindeki Amiral gemisinin etrafına sıralanmıştı. Evet, Yarım Ay yani Hilâl şeklinde…Ve Hilâl şekli gerçekten Müslüman, gerçekten Türk olan herkesi heyecandan titremeye yeter!…”, diyerek Türk toplumunun hayatında örf ve geleneklerin ne kadar köklü bir yeri olduğunu anlatır.

İstiklâl Marşı’mızda;

“Çatma! Kurban olayım, çehreni ey nazlı Hilâl.

Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celâl?” mısralarında bayrağımızın ve Hilâl’in şahsında dile gelen hitap, aslında doğrudan doğruya Allah’a niyazdır. Allah’dan, artık bu millete rahmet ve merhametiyle nazar etmesi istenmektedir.

Zaten; “Ruhumun senden ilâhî şudur ancak emeli” mısrasında bu dilek daha açık bir dille ortaya konmaktadır.

“Hilâl” şekli sadece bayrağımızda değil, Kandil Geceleri yapılıp dağıtılan ay çöreğinde de görülür. Bu çörek özellikle kutsal Kandil Geceleri dolayısıyla yapılır. Camii’de ve Kışla’daki ders nizamı da, Mehter Takımı’nın nöbet vurma sırasında aldığı şekil de hep “Hilâl” şeklidir.

“Lâle” kelimesi de “Allah” ve “Hilâl” kelimesinin harfleriyle yazılır. Öyleyse onun da tarihimizde ve hayatımızda sembolik yeri olmalıdır. Zaten öyledir; Osmanlılar, dinî konularda “Hilâl”i sembol seçmişken; bilhassa askerî konularda “Lâle”yi sembol olarak kullanmayı uygun görmüşlerdir. Minarelerin tepesine, Camii kubbelerine “Hilâl” dikilirken; Kışlalar için “Lâle” sembolü kullanmayı tercih etmişlerdir.

Bu ince düşüncelerden hareket eden ve kutsala saygıyı tül tül, dantel dantel ruhlara işleyen o büyük atalarımız, Allah(c.c.) adını bayrak ve minarelerle göklere kazımaya çalışmışlar:

“Gök nura garkolur nice yüzbin minareden

Şehbal açınca rûh-i revan-ı Muhammedî

Ervah cümleten görür Allahu Ekber’i

Akseyleyince Arş’a Lisan-ı Muhammedî”(Emin IŞIK, “Devlet Kuran İrade”, Kalem Yayınları, Üçüncü Baskı, Nisan 1988, İstanbul, sh.81,82,83,84,85,86)

 

“Türk Bayrağı’mızın Doğuş Efsâneleri”nden en bilineni, 1. Kosova Harbi’ndeki,Osmanlı  şehid askerlerimizin kanı üzerine, o gece, gökteki “Ay ve Hilâl”in-ki bazı geceler, çoğumuz da şahid olmuşuzdur; gökte sadece “Hilâl ve Yıldız”dan meydana gelen “Türk Bayrağı” görülür- yansımıştır. Hattâ öyle ki, “internet” imkânları yapılacak “araştırmalar”da, sahiden de “1. Kosova Harbi Gecesi”, “astronomik” olarak da, gökte “Hilâl ve Yıldız”dan meydana gelen, “Türk Bayrağı” şekli teşekkül etmiştir..

Bir diğer “Türk Bayrağı’mızın Doğuş Efsânesi” ise, benim bile daha geçenlerde “Türk Düşüncesi” isimli dört ayda bir çıkan “dergi”deki, “hukukçu,tarihçi,muharrir” de diyebileceğimiz  Mehmed Niyazi ÖZDEMİR Beğ ile yapılan “hasbihâl”de anlatılan; “1071, Malazgirt Harbi’nde ki üçte bir Kürtlerden de teşekkül eden ‘Sultan Alparslan Ordusu”ndaki şehid askerlerimizin boynundan akan kana, yine gökte meydana gelen “Türk Bayrağı”nın yansıması ile ortaya çıkışıdır.(4)

Elhâsıl; “Türk Bayrağı”, “Türk”ü ile “Kürt”ü ile “İslâm’ın da Bayrağı”dır…

11.Nisan.2013

İsmet GÜLTEKİN

İsmet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

Dip Notlar:

(1): İsmet ÖZEL,”Kalın Türk” Kitabı…

(2): Emin IŞIK,”Devlet Kuran İrade”,Kalem Yayınları, 3. Baskı,Nisab 1988,İstanbul

(3): Fevzi KURTOĞLU, “Türk Bayrağı ve Ay Yıldız”, Türk Tarih Kurumu Basımevi,,2. Baskı, Ankara 1987

(4): Türk Düşüncesi Dergisi,”Mehmet Niyazi ÖZDEMİR ile Hasbihâl”, Sayı.:2,Nisan 2013

Ve

(*): Kastamonu İmam-Hatip Lisesi Dergileri

(*): Terme Nizam-ı Âlem Ocakları Bülteni

(*). Terme Birlik MEFKÛRE, Yıl.: 2000, Sayı.:2, Mahallî Gazete(Kapandı)

Posted 29 Nisan 2013 by metgultekin in Genel

Tagged with , , ,

TÜRK BAYRAĞI,KÜRD’ÜN DE BAYRAĞIDIR,İSLÂM’IN DA BAYRAĞIDIR   Leave a comment

 

Görsel 

TÜRK BAYRAĞI,

“EKRÂD/KÜRDLER”IN DA BAYRAĞIDIR,

 

 

                                 İSLÂM’IN DA BAYRAĞIDIR

                                                  

 

 

 

 

                        

 

İsmet GÜLTEKİN

 

 

 

 

GİRİŞ:

 

TÜRK BAYRAĞI, “EKRÂD/KÜRDLER”IN DA BAYRAĞIDIR, İSLÂM’IN DA BAYRAĞIDIR

 

Ben, ömründe ilk defa “Türk Bayrağı” hakkında okuyacağınız bilgileri okuduğumda, Yüksek Lisans tahsilim ve askerlik hayatım bitmişti. Onca yıl sonra okuduğumda  da bir hayli heyecanlanmıştım. Ve her Müslüman Türk çocuğu gibi onca yıl “Eğitim Öğretim” gördüğümüz senelerime de çok hayıflanmış ve “Eğitim Sistemi”nin acımasız çarkları altında, “öyle bir eğitim ile yetiştirildiğimin” bir kere daha farkına varmıştım.

Okuma iştiyakı yüksek olan nesiller kategorisinden olmam hasebiyle, şu an hatırlayamadığım bir şekilde, elime Kastamonu İmam-Hatip Lisesi dergilerinden biri geçti. Derginin yılını ve tarihini de şu an hatırlayamıyorum.Belki de sizlerin de  “İlk” okuyacağınız bu bilgileri , ben de “Kastamonu İmam-Hatip Lisesi Dergileri”nden birinde okudum..

Sonraları konuyu biraz daha detaylaştırma gayretine girerek, aşağıdaki çalışma oluştu.Ve kendimim “Birlik olmadan, dirlik olmaz” şiarı ile çıkarttığım ve 50’yi aşan sayıyı bulan “Terme Birlik MEFKÛRE” isimli gazetemde yayınladım.

Maalesef çoğu değerlerimizi hâlâ tam anlamıyla kavramadan, kavratamadan yaşıyoruz. “Türk Bayrağı”mızı bile “seküler” bir anlayışla ve gayet de bir iki cümleyi geçemeyen bilgiler ötesinde fazla bir şey de bilmiyoruz. Hattâ öyle ki, “Türk Bayrağımızın Doğuşu Efsâneleri”ni bile bilemiyoruz…

Halbuki gönderlere çektiğimizde, çehresine baktığımızda gururlanıyor ve heyecanlanıyoruz. Ancak çoğumuzun heyecanı bilgilerden eksik…

Bu çalışmamı okuduğunuzda bazı densizlerin de ağızlarının payını alacaklarını göreceksiniz. Hâlâ da ecnebî bayraklara meftun “kuşaklar” içimizde varken; bir de  sözde“İslâmî hassasiyet” namına “Türk Bayrağı”mızı küçümseyenler, hattâ “İslâm dışı” algılayanlar da, gerekli cevabı alacaklar. Ve neticede “Türk Bayrağı, İslâm’ın da Bayrağıdır” diyeceklerdir.

Ki, biz Türkler, “İslâmiyet’in Bayraktarlığı”nı, “İslâmiyet’in hadimliğini” yapmış “Büyük Bir Milletiz” ve aslında hâlâ da öyleyiz.

“Oğuz/Türkmen Çocukları” yeniden uyandıklarında Türk’ün dirilişi de bambaşka olacaktır, inşallah..

Rahmetli Osman Yüksel SERDENGEÇTİ’nin tabiriyle, “Tanrı Türk’ü, Allah da milletimizi korusun ve yüceltsin.”(Âmin)

 

 

 

                                                                                              TÜRK BAYRAĞI, “EKRÂD/KÜRDLER”IN DA BAYRAĞIDIR,İSLÂM’IN DA BAYRAĞIDIR

 

Türk Bayrağı’nın rengini şehidlerin kanından, ilhamı da kan gölüne yansıyan Ay ve Yıldız’dan aldığını biliyoruz. Fakat bayrak hakkındaki bu bilgi, bayrağın taşıdığı kutsal anlamı, o anlamdaki sembolizmi, ondaki derinliği ve yüceliği anlatmaya yeterli mi?

İnsan düşüncesi manevî anlamdaki yücelik kavramı ile maddî anlamdaki yükseklik kavramı arasında bir ilişki,bir paralellik kurar. Kutsal saydığı ve saygı duyduğu manevî değeri yüce olan mekan bakımından da yerinin yüksekte olmasını arzu eder.

Onun içindir ki, işlemeli Mushaf(Kur’an) çantasını yükseğe veya kütüphanemizin en üst tarafına koyarız. Ezan-ı Muhammedî’yi yüksek bir yer(minare)den okuruz. Ve bayrağı yüksek bir direğe çekeriz.

Niçin?

Çünkü o, başta milletimizin İstiklâl ve Hakimiyeti olmak üzere inandığı ve uğrunda can verdiği ne kadar kutsal değerleri varsa hepsini sembolize eder.

Bu anlamda her bayrak, kendi milletine göre kutsaldır. Hiçbir bayrak kendi milletinin gözünde yalnızca iki metre kumaş parçası değildir. “Bez parçası” asla değildir..Bundan çok yüksekte özel ve manevî bir değere sahiptir.

Bilindiği gibi, genellikle Hıristiyan milletlerin bayrağında Haç şeklinde semboller yer almıştır. Müslüman milletlerin bayraklarında da genellikle Hilâl görülmektedir. Haç’ın ne anlama geldiğini biliyoruz. Hazreti İsa’nın çarmıha gerilerek Haç şeklinde şehid edildiğine inandıkları için Hıristiyanlar, o sembolü benimsemişlerdir. Hilâl’in de Müslümanlarca bir sembol kabul edildiğini, hattâ bu Hilâl sembolünün biz Müslüman Türkler’in, 1453’de, Fatih Sultan Mehmed Han Kumandası’nda, İstanbul’u fethettiğimiz 15. asırda, yeryüzündeki bütün Müslümanlarca Hilâl’in artık bir sembol olarak kabul edildiğini biliyoruz.(1)

 

Ancak bunun sembolik değeri nereden gelmektedir? Dolunay(Bedir) ayın ondördüncü gecesindeki en parlak hâliyle  daha parlak olduğu hâlde, niçin ayın en az ışık verdiği yay şeklindeki zayıf şekli sembol olarak seçilmiştir?

Hilâl, eğer Haç’ta olduğu gibi doğrudan doğruya şekilden alınan bir sembol olsaydı, ayın öndördüncü gecesindeki en parlak hâliyle dolunay şeklini sembol olarak kullanmak daha uygun olurdu. Oysa Hilâl şekli dolayısıyla değil, ismi dolayısıyla sembol olmuştur. Bu anlamı da Allah (cella celalühü) isminden almıştır.

Bilindiği gibi, Arapça aslında Hilâl kelimesinde bir “He”, bir “Lâm”, bir “Elif” ve yine bir “Lâm” harfi bulunmaktadır. Yani bir “He” ve iki tane “Lâm” bulunmaktadır.

Bu harflerin ebced hesabıyla rakam değeri de:

“He”: 5

“Lâm”: 30

“Elif”: 1

“Lam”: 30

Toplam= 66’dır.

“Allah” kelimesi de yine bir “Elif”, iki “Lâm” ve bir “He” ile yazılmaktadır. Bu harflerin de değeri yine ebced hesabı ile aynıdır. Bunlar da 66(altmışaltı)’dır. Her iki kelimeyi meydana getiren harfler değişmediği için bunların rakam olarak değeri de değişmez. Aynı harfler her iki kelimede de aynıdır. Sadece yerleri değişiktir. Yani biz “Hilâl” yazarken  “Allah” isminin harflerini kullanıyoruz.

Madem ki her iki kelimeyi meydana getiren harflerin kendilerinde ve rakam olarak değerlerinde bir değişiklik yoktur; öyleyse bu iki kelimeyi bilhassa sembolik olarak birbirinin yerine kullanmak mümkündür. O hâlde bayrak üzerine “Allah” yazacak yerde, aynı ismin eş değerlisi olan “Hilâl”i koymak, hem daha anlamlı, hem inançlarımıza daha uygundur. Çünkü inancımıza göre, “Allah”ı sembol olarak bile ifâde etmek mümkün değildir. Aksi hâlde putperestlerin düştüğü hâtâyı tekrarlamış oluruz. Oysa İslâmiyet, putperestliğin her çeşidini yıkmak üzere gelmiş bir dindir.

İşte bu sakıncalarından dolayı “Allah”ı zâtı ve ismi tenzih edilerek, o ismin harf ve ebcedi bakımından eş değerlisi olan “Hilâl” sembol yapılmıştır. Madem ki sembolik bir anlam taşıyacaktır, o hâlde “Hilâl” yazmaktansa “Hilâl”in şeklini yazmak arasında hiçbir fark yoktur. Aksine sembol olarak Hilâl şekli daha uygun, daha anlamlıdır.

Böylece “Hilâl”in sembol olarak seçilmesinde şu mantık silsilesi görülmektedir:

Allah(ismi)-Hilâl(ismi)-Hilâl(şekli)

Allah’ın birliği (Tevhid) inancı ve bu inancın Lâ ilâhe illallah(Allah’tan başka Tanrı yoktur) formulüyle ifâde edilen manası böylece “Hilâl” şeklinin içinde sembol olarak ifâdesini bulmuştur.

Bildiğiniz gibi bazı İslâm Ülkelerinin bayrağında, özellikle Suudî Arabistan Devleti’nin bayrağında böyle bir sembole gidilmeden doğrudan doğruya Kelime-i Tevhid’in kendisi yazılmıştır. (2)

Ancak birtakım mânâların sembol ile ifâdesi sözle ifâdesinden daha derin ve daha anlamlıdır. Ancak, Fevzi KURTOĞLU’nun “Türk Bayrağı ve Ay Yıldız” isimli kitabında,Osmanlı İslâm Ordusu’nda, Kelime-i Tevhid gibi kutlu sözün bizzat yazıldığı “Alay Sancakları” da mevcuttur., denilmektedir.(3)

Büyük yazarlar, büyük mütefekkirler duygu ve düşüncelerini basit ve katı kelimelerle değil, ince sembollerle ifâde yolu seçerler. En çok sembol kullananlar Fuzulî ve Mevlânâ gibi en büyük, en güçlü ve kalıcı eserler vermiş olanlardır. Şeyh Galip de Hüsn-ü Aşk adlı eserinde aşk ile güzelliği ve bunların arasındaki  ilişkileri, birtakım sembollerle ifâde etmiştir.

Biz konumuzdan uzaklaşmayalım ve yine konumuza dönelim. Bayrağımızdaki ikinci sembolü, “Yıldız”ı anlatmaya çalışalım:

“Hilâl’in kuçağındaki Yıldız”, “Hilâl”de olduğunun aksine doğrudan doğruya şeklinden alınmıştır. Ancak bu şekil yine Arapça “Muhammed” yazısının şeklidir. Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in ismi yazıldığı zaman birinci “mim”in başı, “ha” harfinin dirseği, ikinci “mim”in kıvrımı ve “dâl” harfinin alt ve üst kanadı beş tane çıkıntı meydana getirir ve tam bir “Yıldız” şeklini alır. Zaten İslâm’ın şartı da beştir. Demek ki, bayrağımızdaki “Hilâl” de  Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in “Muhammed”  ismine denk gelmektedir..

Hilâl, Allah(c.c.) inancını; Yıldız, Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’e bağlılığı ifâde eder.

Allah inancı, Âmentü ile bildirilen imân şartlarının temeli olduğu için imân esaslarının hepsi bu sembolle ifâdesini bulmuş olur. O zaman Hilâl, İmânın şartlarını; Yıldız da,İslâm’ın şartlarını remz olarak dile getirir ki, bayrağımızdaki bu iki sembolle, “Ay ile Yıldız”la, İslâm Dini bütün yönleriyle ifâde edilmiş olur.

Claude Farrere (Klod Farer) dilimize “Türklerin Manevî Gücü” adıyla çevrilen eserinde (sh.36) “Hilâl” şekli üzerinde durarak; bu şeklin Türklerin hayatında nasıl bir önem taşıdığını anlatmaya çalışır:” En mükemmel gemiler, Yarım Ay şeklindeki Amiral gemisinin etrafına sıralanmıştı. Evet, Yarım Ay yani Hilâl şeklinde…Ve Hilâl şekli gerçekten Müslüman, gerçekten Türk olan herkesi heyecandan titremeye yeter!…”, diyerek Türk toplumunun hayatında örf ve geleneklerin ne kadar köklü bir yeri olduğunu anlatır.

İstiklâl Marşı’mızda;

“Çatma! Kurban olayım, çehreni ey nazlı Hilâl.

Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celâl?” mısralarında bayrağımızın ve Hilâl’in şahsında dile gelen hitap, aslında doğrudan doğruya Allah’a niyazdır. Allah’dan, artık bu millete rahmet ve merhametiyle nazar etmesi istenmektedir.

Zaten; “Ruhumun senden ilâhî şudur ancak emeli” mısrasında bu dilek daha açık bir dille ortaya konmaktadır.

“Hilâl” şekli sadece bayrağımızda değil, Kandil Geceleri yapılıp dağıtılan ay çöreğinde de görülür. Bu çörek özellikle kutsal Kandil Geceleri dolayısıyla yapılır. Camii’de ve Kışla’daki ders nizamı da, Mehter Takımı’nın nöbet vurma sırasında aldığı şekil de hep “Hilâl” şeklidir.

“Lâle” kelimesi de “Allah” ve “Hilâl” kelimesinin harfleriyle yazılır. Öyleyse onun da tarihimizde ve hayatımızda sembolik yeri olmalıdır. Zaten öyledir; Osmanlılar, dinî konularda “Hilâl”i sembol seçmişken; bilhassa askerî konularda “Lâle”yi sembol olarak kullanmayı uygun görmüşlerdir. Minarelerin tepesine, Camii kubbelerine “Hilâl” dikilirken; Kışlalar için “Lâle” sembolü kullanmayı tercih etmişlerdir.

Bu ince düşüncelerden hareket eden ve kutsala saygıyı tül tül, dantel dantel ruhlara işleyen o büyük atalarımız, Allah(c.c.) adını bayrak ve minarelerle göklere kazımaya çalışmışlar:

“Gök nura garkolur nice yüzbin minareden

Şehbal açınca rûh-i revan-ı Muhammedî

Ervah cümleten görür Allahu Ekber’i

Akseyleyince Arş’a Lisan-ı Muhammedî”(Emin IŞIK, “Devlet Kuran İrade”, Kalem Yayınları, Üçüncü Baskı, Nisan 1988, İstanbul, sh.81,82,83,84,85,86)

 

“Türk Bayrağı’mızın Doğuş Efsâneleri”nden en bilineni, 1. Kosova Harbi’ndeki,Osmanlı  şehid askerlerimizin kanı üzerine, o gece, gökteki “Ay ve Hilâl”in-ki bazı geceler, çoğumuz da şahid olmuşuzdur; gökte sadece “Hilâl ve Yıldız”dan meydana gelen “Türk Bayrağı” görülür- yansımıştır. Hattâ öyle ki, “internet” imkânları yapılacak “araştırmalar”da, sahiden de “1. Kosova Harbi Gecesi”, “astronomik” olarak da, gökte “Hilâl ve Yıldız”dan meydana gelen, “Türk Bayrağı” şekli teşekkül etmiştir..

Bir diğer “Türk Bayrağı’mızın Doğuş Efsânesi” ise, benim bile daha geçenlerde “Türk Düşüncesi” isimli dört ayda bir çıkan “dergi”deki, “hukukçu,tarihçi,muharrir” de diyebileceğimiz  Mehmed Niyazi ÖZDEMİR Beğ ile yapılan “hasbihâl”de anlatılan; “1071, Malazgirt Harbi’nde ki üçte bir Kürtlerden de teşekkül eden ‘Sultan Alparslan Ordusu”ndaki şehid askerlerimizin boynundan akan kana, yine gökte meydana gelen “Türk Bayrağı”nın yansıması ile ortaya çıkışıdır.(4)

Elhâsıl; “Türk Bayrağı”, “Türk”ü ile “Kürt”ü ile “İslâm’ın da Bayrağı”dır…

11.Nisan.2013

İsmet GÜLTEKİN

İsmet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

Dip Notlar:

(1): İsmet ÖZEL,”Kalın Türk” Kitabı…

(2): Emin IŞIK,”Devlet Kuran İrade”,Kalem Yayınları, 3. Baskı,Nisab 1988,İstanbul

(3): Fevzi KURTOĞLU, “Türk Bayrağı ve Ay Yıldız”, Türk Tarih Kurumu Basımevi,,2. Baskı, Ankara 1987

(4): Türk Düşüncesi Dergisi,”Mehmet Niyazi ÖZDEMİR ile Hasbihâl”, Sayı.:2,Nisan 2013

Ve

(*): Kastamonu İmam-Hatip Lisesi Dergileri

(*): Terme Nizam-ı Âlem Ocakları Bülteni

(*). Terme Birlik MEFKÛRE, Yıl.: 2000, Sayı.:2, Mahallî Gazete(Kapandı)

Posted 29 Nisan 2013 by metgultekin in Genel

“KÜRDİSTAN” MEFHUMU ÜZERİNE BİR DENEME-EKRÂD-I Bİ İDRAK/ İDRAKTEN MAHRUM KÜRTLER’E İTHAF OLUNUR   Leave a comment

 

 

Görsel

“KÜRDİSTAN” MEFHUMU ÜZERİNE BİR DENEME

(“HAÇLI-MASONİK GÜL ZİHNİYETİ” SAHİPLERİ YALAN SÖYLÜYORLAR…)

-EKRÂD-I Bİ İDRÂK’/İDRAKTAN MAHRUM KÜRTLERE”LERE İTHAF OLUNUR-

 

“Kürtler ayrı bir millet…Her millete bir devlet…Hiç olmazsa ‘Özerklik…’” (1)

Evet, aslında aynen böyle demek istiyorlar..”Hiç izlenilmeyen filme, en fazla izlenilen film”; “hiç okunmayan kitaba, en fazla okunan kitab”; “hiç satılmayan mamûle, en fazla satılan mamûl” dercesine; “bir yalanı, bin kere, belki de binbir kere tekrar ederseniz, o yalan tutar” misâlince yapılan “propagandalar”, “kara propagandalar…” ‘Propaganda üstünlüğü…”

Türkiye’mizde, bilhassa “USA”in “our boys”larınca yapılan “12 Eylül Darbesi”nin, “Netekim-Nü Resmi Yapan Generaller”in; Türkiye’mizde fazla “vurgu”lanmayan “Liberalizm’in Öncüsü” rahmetli Turgut ÖZAL’ların ve malûmumuz olduğu üzre,”siyasî tarihimiz”de bilmem kaçıncı defa “Tek Başına İktidar” olan “AKP İktidarı”nın da asıl gayelerinden biri: “Türkiye’mizi Eyaletlere bölmek…Kürtlere ‘Özerklik’ vermek…”

Ya işin “künhü”, tarihimizde “Şark Mes’elesi” denilen, hattâ yaşanılan “vetire”lerle eklemlenen “yeni emperyal güç”lerle “Yeni Şark Mes’elesi” de denilen; aslında “Enerji Kaynakları”nı, “Petrol Kaynakları”nı ele geçirmek, sahiplenmek mes’elesi olan “Kürtler’in Mes’eleleri” üzerinden yaşadığımız hâdiselerin “iç yüzü” nedir ki? Kaçımız son yıllarda “Açılımlar”la, şimdilerde de “İmralı Süreci”, “Sözde Barış Süreci” ile yaşadıklarımızın “iç yüzü”, “hakikati”ni biliyoruz ki?

Yeri geldiğinde, rahmetli Mükrimin Halil YİNANÇ’ların, rahmetli Osman TURAN’ların, rahmetli Faruk SÜMER’lerin, rahmetli İbrahim KAFESOĞULLARI’nın, rahmetli Mehmet Altay KÖYMEN’lerin, ki her biri “Selçuklu Tarihi Mütehassısları”dır; günümüzde ise bilhassa “Türkiye’mizdeki Aşiretler”in mazisi hakkında mütehassıs olan Yusuf HALAÇOĞULLARI’nı bile “ezip geçen zihniyet” sahipleri, neticede, uygulamada, hiçbir tarihî, hiçbir ilmî malûmatları dikkate almamakta; ancak yine yeri geldiğinde ise “Haçlı-Masonik Gül Zihniyeti”nin muktezâsı olarak; “Bakınız, Selçuklular’da da, Osmanlılar’da da ‘Kürdistan’ denilmiştir.” de demektedirler…

“Propaganda Üstünlüğü…”

Evet, sahiden de Selçuklu dönemi “tartışmalı” da olsa, kendisini daima “Devlet-i Âliyeyi Osmaniye/Büyük Osmanlı Devleti” diye isimlendirmiş “Muhammedî Devlet”imiz; “Bilinmeyen Osmanlı” isimli eserlerle de ispatlandığı üzre, sapına kadar “İslâm Devlet”imiz “Osmanlılar” döneminde,hem tarihî isim olarak, hem de coğrafî isim olarak, hem de “İdarî Yapı” ismi olarak sahiden de “Kürdistan” denilmiş; sahiden de “Osmanlılar” döneminde “Eyalet Sistemi” uygulanmış ve yine sahiden de “Kürdistan Eyaleti” diye bir “İdarî Yapı”mız da mevcut olmuştur…

Sadece bu kadar değil; nice tarihî eserlerde, nice “lugât” çalışmalarında ve hattâ “fermanlar”da, “Kürdler”, “Kürdistan” mefhumları kullanılmıştır..Evliya Çelebi’nin “Seyahatnamesi”nden, Ahmet Vefik Paşa’nın ‘Lehçe-i Osmanî’(1876) isimli eserine kadar; “Şerefnâme”den Kolağası Ahmet Cemal’in ‘Coğrafya-i Osmanî’(1895) isimli eserine kadar; “Kamûs-i Türkî”nin müellifi Şemseddin Sami’nin ‘Kamûsü’l-alâm’(1889-1898) eserinden Hüseyin Hüsnü’nün ‘İcmâl-i Coğrafya’(1880) isimli eserine kadar; “Kürdistan-ı Osmanî” ve “Kürdistan-ı Acemî” ‘ayırımları’ bile yapan Ahmed Rifat’ın ‘Lugat-ı Tarihiyye ve Coğrafiyye’ eserinden Mehmed Murad’ın, nam-ı diğer ‘Mizancı Murad’ın ‘Tarih-i Ebu’l Faruk’(1907 ve 1914) isimli 7 ciltlik Osmanlı tarihi isimli eserine kadar ve “Ermenici Faaliyetler”den dolayı ‘ilk defa’, ‘Gök Sultan’, ‘Ulu Hakan’ Sultan 2. Abdülhamid Han tarafından “Doğu Anadolu Bölgemiz”e “Kürdistan” ismi verilinceye(2) ve liselerdeki Coğrafya Ders Kitaplarında ‘Kürdistan Coğrafyası’ isimli ‘ayrıntılı’ bölümlere kadar…(3) Hattâ ve hattâ Kaşgarlı Mahmud’un 11. Yüzyıldaki haritasında, “Arz-ı Ekrâd” /”Kürtlerin arzı” isminin geçmesinden; ekseriyetimizin malûmu olan Kanunî Sultan Süleyman’ın, Fransa kralı Fransuva’ya, Ocak 1526’da yazdığı, “Ben ki Sultanlar Sultanı” hitabı ile başlayan “fermanı”ndaki “Diyarbekr’in ve Kürdistan’ın…” mefhumunun geçmesine kadar…(4)

Velhâsıl, “1850’lerden 1925’lere kadar” ‘yazılı, kültürel” malzemelerde çokca kullanılan “Kürdistan” mefhumu…Tâ ki, 1925’deki “Şeyh Said Ayaklanması” sonrası “Yeni Türk Devleti”mizin, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”mizin ekseriyetimizce de malûm “uygulamaları” ile “Türkleştirme Politikaları” gibi, “Herkesi Türk Yapma Mentalitesi” gibi “uygulamalarla; “Şark-Şark Vilâyetleri”, “Doğu ve Güney-Doğu Anadolu”ya ‘dönüşmesi…Ve nihâyetinde de 8 Aralık 1925 tarihli “Maarif Vekili Bildirisi” ile “Türk Birliğini Parçalamaya Yönelik Cereyanlar” bildirisi ile “Kürdistan” mefhumunun kullanımının men edilişi, “yasaklanılışı…”

“EYALET SİSTEMİ AMA HANGİSİ?”-“OSMANLI KÜRDİSTANI” AMA?!!!

“Vilâyet-i Şarkiyye””nin, hadi diyelim “Kürdistan”ın meşhur ‘İslâm Âlimleri”nden rahmetli Bediüzzaman Said NURSÎ(k.s.)’nin bile “Risale-i Nur Külliyatı”ndan “Kürdistan” mefhumu yerine “Vilâyet-i Şarkiyye/Şark Vilâyetleri” yazılışı ve hattâ “kendini güncelleyen Milliyetçi-Ülkücü Mütefekkirler”den Nevzat KÖSOĞLU’nun; “1970’li yıllarda, MHP Milletvekilleri olarak gittikleri Ağrı’da, aşiret reisi tarafından”Kardeşlerim, Kürdistan’a hoşgeldiniz” hitabı ile karşılaşmaları ve “hiçbirimizin aklından bir şey geçmedi” demesi… “Osmanlı’nın kayıtlarında ‘Kürdistan’dır orası” demesi…”Türk Milleti’nin toprağın üstündekinden fazla toprağın altında şehidi vardır.Bu millete(Türk Milleti) kılınç kalkmaz” diyen rahmetli “Asrın İmamı”nın “sözler”ini hatırlatması..(*)Dört cilde tamamladığı “Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler”isimli  eserinde de, “Kürdistan” mefhumunun dün’lerde ve bugün’lerde kullanılması ile alakâlı “ayrıntılı” izahatları da mevcuttur..(5)

“Eyalet Sistemi Ama Hangisi?”(6) gibi yazılardan da öğreniyoruz ki; bizdeki, “Kendi tarihimizdeki “Eyalet Sisteminin Gelişimi”, günümüzde “Haçlı-Masonik Gül Zihniyeti” sahiplerince de anlaşılan “Eyalet=Siyasî Özerklik=Federatif Yapılar= Üniter/Millî Devlet’in Sonlandırılması” şeklinde asla ve kat’a değil; “Osmanlı Eyaletleri, merkezî idarenin taşradaki uzantıları, yani bir nevi merkeziyetçilik, merkezî sistem uygulamasıdır..” Ve bu “uygulama”, “Osmanlı Eyalet Sistemi” sonlandırılıp, “Vilâyet Sistemi”ne geçişe kadar(1864) böyle anlaşılmış ve uygulanmıştır..(7) “Osmanlı Eyalet Sistemi”nde bir “idarî yapı” anlamında da yer almış olan “Kürdistan Eyaleti” de, yine 2013’ler Türkiye’sinde “anlaşılan”, “uygulanmak” istenilen anlamda da asla ve kat’a değildir…”Osmanlı, Kürdistan Eyaleti’ni, hangi sebeplerle kurmuştur ve sonuçta ne oldu?” suâlini cevaplayan bir yazıdan da öğreniyoruz ki; Osmanlı, “Kürdistan Eyaleti”ni, “our boys”ların, “USA Markalı Cuntacı Generaller”in, “Haçlı-Masonik Gül Zihniyeti” sahibi “muhtelif” isimli “siyasî örgütler”in ve bazı “AKP Zihniyetliler”in anladığı ve düşündüğü gibi, “Kürtlere bazı ‘Özerklikler’in verildiği bir yapılaşma değil; bilakis, ‘Kürt ayaklanmalarını daha yakından ve kolayca bastırmak ve “tampon bölge” gayesi ile yani “millî menfaatli” bir gaye  ile teşkil edilmiş ve 1867’lerde de “Kürdistan Eyaleti=Diyar-ı bekr Vilâyeti “olarak sonlandırılmıştır…(8)

“Kürdistan=Kürdlerin Yurdu=Kürdlerin yaşadığı yer…” “Osmanlı Kürdistanı…”

TBMM’inde “Kürdistan” mefhumu ‘tartışmaları…’Son yıllarda “Türkiye’mizdeki Aşiretli Yapı”nın, kimilerince “Feodal Yapı”nın “merkez”i olan “Şanlıurfa Coğrafyası”nda da, bilhassa “Stalinci Komünist Kürdistan “hedefi” de olan “Haçlı-Masonik Gül Zihniyeti” sahibi “PKK” gibi, “DTK” gibi “BDP” gibi “KCK” gibi ‘muhtelif’ isimli “siyasî örgütlüler”ce “kanıksattırılmaya” çalışılan “Kürdistan” mefhumu… “DTK”nın daha geçenlerdeki “Mezapotamya Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı”nda, “çoook rahat”ca “çoook sayıda” ‘Kürdistan” mefhumunun kullanılışı…(9) Hal bu ki, geçen yıllarda, “Nusaybin “in BDP’li Bayan Belediye Başkanı, “Kürdistan” mefhumunu kullandı diye, adetâ “linç” ediliyordu…Aynı BDP’li Bayan Belediye Başkanı, sonradan yaptığı “açıklamaları” ile günümüzde de bu “malûm Haçlı-Masonik Gül Zihniyetliler”ce söylenilen;” Bakınız Selçuklular zamanında da, Osmanlılar zamanında da ‘Kürdistan’ mefhumu kullanılmıştı…”(10) oluyor…Bu “zihniyet sahipleri”, “herkesi kör, âlemi sağır mı?” sanıyorlar ki?!

“Stalinci Komünist Kürdistan” ‘Ülküsü’nde de olan bu “zihniyet sahipleri”, hepimizce malûm olduğu üzre “Kürdistan” mefhumunu, tamamiyle “siyasî” bir anlamda, tamamiyle “Bağımsız Kürdistan” da deyip “ayrılıkçı, bölücü, millî yapımızı, millî bütünlüğümüzü bozucu” bir anlamda kul-lan-mak-ta-dır-lar…Diyelim “Kürdistan Gezisi” yapan günümüzdeki “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”mizin “Devlet Başkanı”nın “solunda” yer alabilecek kadar da mevcut “Devlet Yapımıza” da adetâ ko-nuş-lan(dı-rıl)mış-lar-dır da…

KENDİNİ GÜNCELLEYEN ‘BOZKÜRTLER’ ve MİLLİYETÇİ-ÜLKÜCÜ AYDINLAR

“Kendini güncelleyen ‘Bozkürtler’” de diyelim; zikrettiğimiz Nevzat KÖSOĞLU’ları ve hattâ Ramiz ONGUN’lar ve hattâ Musa Serdar ÇELEBİ’ler ve hattâ Ahmet YENİLMEZ’ler…Zaman zaman “siyaseten” de “çoook yanlış” diyebileceğimiz “ezber bozucu çıkışlar” yapsalar da, “taban”daki “algılamalar”da, “Milliyetçi-Ülkücü Fikriyatın Mevcut İki Siyasî Teşkilatları”na, “MHP ile BBP”ye “mesâfeli” oluşları ile ve hattâ mevcut siyasî iktidarı, “AKP İktidarı”nın “uygulamaları”nı neredeyse “hiç kertesi”nde “eleştirmeyişleri” ile “müteretlikler”,”tereddütler”  yaşanmasına” da sebep olmaktadırlar…

NETİCE-İ KELÂM

Evet, tarihimizde “Şark Mese’lesi”, hattâ ‘son durum’ itibariyle eklemlenen yeni “emperyal güçler” sebebiyle “Yeni Şark Mes’elesi” de denilen ve hattâ “Stalinci Kürdistan” ‘Ülküsü”nü içlerinde barındıranlar, “yalan söylüyorlar…”

Müteessir olduğumuz hâl ise bazı “Müslüman Mütefekkirler”in de “tekrar tekrar” yazdıkları üzre, “içlerinde çok muhtelif ajanların da yer aldığı, Kriptolar’ın, Pakraduniler’in de mevcut olduğu” “Ermenici-Haçlı-Masonik Gül Zihniyet Sahipleri”nin, “Ekrâd” dediğimiz “Kürdler” tarafından, neredeyse “Ekrâd-ı bi idrak/İdrakten mahrum Kürtler” dedirtir derecede “an-la-şı-la-ma-ma-ları”dır…

Bu zikredilen “zihniyet sahipleri”nin “Demokratik Özerklik”ten ne anladıklarını da öğrenmek isterseniz; “Lise Yılları”mın “muhterem” ‘Tarih Öğretmeni”min www.nuriyazıcı.com isimli sitesinin ilgili kısmını “tıklamaları”dır…

23.Nisan.2013

İsmet GÜLTEKİN

İsmet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

Dip Notlar:

(1): Mustafa KÖK, “Mükrimin Halil YİNANÇ Uyarıyor: Manasız Bir İsim:KÜRDİSTAN”, Türk Yurdu Dergisi, Aralık 2012, Cilt 32, Sayı 304

(2): KÖK, adı geçen yazısı

(3): www.dünyabülteni.com,”Osmanlı Kürdistanı”,05.01.2012

(4): Erhan AFYONCU,www.bugün.com, 24.09.2011

(*): Nevzat KÖSOĞLU ile www.bugün.com.tr, 25.09.2011(ikinci ve son bölüm)

(5): www.haber7.com.tr,24.03.2012

(6):Prof.Dr.Recep BOZLAĞAN,”Eyalet Sistemi Ama Hangisi?”, Star Gazetesi, “Açık Görüş” ilâvesi, 14.Nisan.2013

(7): Doç. Dr. Hakan ÖZOĞLU,”Osmanlı Kürdistanı’ndan Bugüne…”, Star Gazetesi, “Açık Görüş” İlâvesi, 14.Nisan.2013

(8): BOZLOĞAN, adı geçen yazısı

(9): Şanlıurfa GAP GÜNDEM Gazetesi,08.Nisan.2013

(10): http://www.radikal.com.tr,25.09.2011

AHMED TAŞGETİREN BEĞ, “SİSTEM ŞUURU”/”MÜSLÜMAN ve SİSTEM TARTIŞMALARI”NA NE OLDU?!   Leave a comment

 

Görsel

AHMET TAŞGETİREN BEĞ,

 “SİSTEM ŞUURU”/”MÜSLÜMAN ve SİSTEM TARTIŞMALARI”NA NE OLDU?!

-Sözde Âkilleri Tenkit Denemesi-

Yaşadığım zaman diliminde, “çok tiksindirici”, “hakkaniyet”ten “çoook uzak”, bilhassa da “Milliyetçi Camiâ”ya yönelik “fikir(sizlik) saldırıları”na şahid olmaktayım..En son “sadece bir iddia”, “sadece bir okurun blog’undaki iddia”yı, “yılların köşe yazarları”ndan güyâ “anti-Kemalist” “Masonik Nurcular”dan “Kazım GÜLEÇYÜZ”, köşesine, “Ne Mutlu Türküm Diyene, Hayim Naum’un” başlığı ile taşıdı..

Bir zamanlar, hattâ günümüzde bile “Moiz Kohen, Moiz Kohen” deyip duranlar; yahû sizler ne menem “araştırmacı”, “tahkikçi”siniz be ya!

Elbette “Moiz Kohen, sahiden de Yahudi! “  Ya sonrası  ne?!Ne menem “tahkik”çisiniz be ya! Şimdi de “Hayim Naum Yahudisi” ile güyâ “Türk Milliyetçiliği Fikriyatının Doğuşunu” ‘ka-ra-la-mak’ istiyorlar; behey ahmaklar! “Türk Milliyetçiliği Fikriyatının Doğuşunu”, “Türk Tarihi”nde ve “tarihî gelişim vetiresi”nde neden arayamıyorsunuz ki? Sahiden de “Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi-Teori”, “tersten Marksizm” mi? Sahiden de “milletler mücadelesi” demek “Sosyal Darwinizm” mi?! Bu ne “ahmaklıktır” yahû?!

Sözde, güyâ “Milliyetçi”, kardeşi “12 Eylül 1980’li yıllarda Gomünist kurşunlarca şehid” edilmiş; sık sık yazdıkları ile bir zamanlar” Marksistlerin saldırılarını” bile geride bırakan; “Pok Dağlarının İmamının Gazetesinin Köşeyazarı”, Mümtaz’er TÜRKÖNE’nin “Milliyetçi Camiâ”ya yönelik “fikir(sizlik) saldırıları…

”Yine son yıllarda “Yakın Tarih Üzerine”, yaptığı çalışmalarla “ezberleri”, “hakkaniyetle”, “ilim yolu ile” “bozmaya” çalışan Şanlıurfalı Tarihçi, Mustafa ARMAĞAN Beğ’in, daha geçen hafta sonu “Pok Dağlarının İmamının Gazetesinde” yazdığı; “Heyet-i Nasiha’yı âdeta vatana hizmet için çalışan bir heyetti.”, demeye getiren, “tarihî hakikatler”den “çook uzak” yazısı…Sahi “Satılık İmparatorluk”, 16 TL ise “satılık Türkiye” bedava mı yahû!!!

Mevcut siyasî iktidarın tasarrufu ile teşkil edilmiş olunan “Neo-Heyet-i Nasiha” diye değerlendirdiğim güyâ, sözde “vatana hizmet için çalışan heyette”; ‘Milliyetçi Camiâ”dan,MHP Genel Başkanı Dr. Devlet BAHÇELİ’nin sabık danışmanı, yine “Nurculuğun bir kliği”nin de “gazetesi” olan “Bugün Gazetesi”nin “köşeyazarı” Vedat BİLGİN Beğ ile bilhassa da “Sistem Şuuru” kitabının müellifi gazeteci-yazar, “Eski Millî Mücadeleci”, “Adanalı muhterem Mahmud Sami RAMAZANOĞLU Efendi(k.s.)’nin müntesipleri”nden; “Altınoluk Mecmuası”nın da “başyazarı”, “Yeni ŞAFAK Gazetesi”nden; mevcut siyasî iktidarı eleştiriyor diye de “kovulmuş” olan Ahmet TAŞGETİREN Beğ’in “sözde âkiller heyeti”nde “vazife almalarını”, “vazife kabul etmeleri”ni “içime asla sindiremediğim” gibi, “mevcut sistemin ta kendisi olan AKP’yi” destekleyici yazılar yazmalarını da, âdeta “AKP’nin Akıl Hocalığı Rolünü” oynamalarını da asla ve kat’a “içime sindiremiyorum…”

Hele Ahmed Beğ, hele Ahmed TAŞGETİREN Beğ!  Ne  zamandır sizleri yazmak istiyordum; işte yazıyorum: “Gönlümü yaraladınız..Gönlümü kırdınız…” “Benim Ahmet TAŞGETİREN BEĞ”im; bir zamanlar, “Ülkücü-Alperen Şehid Lider Muhsin YAZICIOĞLU’nun Nizâm-ı Âlem Ocakları” isimli “teşkilatları”nda, bizlere “Sistem Şuuru”nu kavrattırmaya çalışırdı..(Bu yazıyı yazıp bitirdiğimde, o “kırmızı zemin üzerine yazılı “Sistem Şuuru” isimli eserinizin resmini aradım. Anladım ki, 2000(ikibin) senesinde, yine “Erkam Yayınları”nca, başka bir başlıkla, “Müslüman ve Sistem Tartışmaları” başlığı ile yeniden yayınlamışsınız…)Bir zamanlar, “kırmızı-beyaz renkli logolu Zaman Gazetesi”nin ikinci sayfalarında, “Sistem Şuuru”na yönelik “tahlil yazıları” yazardı…Hadi diyelim, 1965 neslinin âdeta “el kitabı” idi “Sistem Şuuru”, en son ismi ile “Müslüman ve Sistem Tartışmaları” isimli eseriniz…

Bir  zamanlar, “Sinagog Ziyareti” sebebiyle, “Siyonist Bayraklar” altında “Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in Başbuğ”u, rahmetli Alparslan TÜRKEŞ hakkında yazdığınız “Türkeş’in Konumu” başlıklı yazınız ile âdeta rahmetli “Başbuğ”umuzu (hâşâ) “Siyonist Uşağı” demeye getirmiştiniz; bütün “düşünce adamları”nca, bütün “düşünce kadınları”nca, “AKP’nin,bu sistemin ta kendisi olduğu” “objektif yargı” iken, nasıl oluyor da, mevcut siyasî iktidarın “akıl hocalığı”ndan öte “destekleyicisi” olabiliyorsunuz?

“İç Anadolu Neo-Heyet-i Nasiha”nın başı” olarak, gittiğiniz bir şehirde; “Hey Ahmed Beğ! “Sistem Şuuru”nu, “Müslüman ve Sistem Tartışmaları”nı siz mi yazmıştınız? Siz yazmışsanız şehrimizde ne arıyorsunuz?”, dese biri ne cevap vereceksiniz ki?

Elhâsıl; Allah(c.c.) müstahakınızı versin(âmin) Ahmed TAŞGETİREN Beğ!!!

22.Nisan.2013

İsmet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

“İSLÂM MİLLETİ” SAFSATASI-İslâmcıların Ütopikliği Üzerine Bir Deneme-   Leave a comment

Görsel

Görsel

 

 

“İSLÂM MİLLETİ” SAFSATASI…

-İslâmcıların Ütopikliği Üzerine Bir Deneme-

Bir “Kara Eylül”ün 31.yıldönümünde, “doğduğum memleket”in bir kitapçısının raflarında, çok “iddaalı” isimli bir kitap ismi gözüme çarpmıştı:”Nizâm-ı Âlem Ülküsü-1-Muhammed Mücahid Alparslan…” Hemen “iştiyâk”la alıp okumuştum.Günümüzdeki “300 Milliyetçi Aydının Önde Gidenleri”nden; “Türk Milliyetçileri”nin, “Ülkücüler”in “ideolojiler, fikirler vadisi”nde,”Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi-Teori” isimli zamanında MEB’ce de “tavsiyeli” eseri ile  “sistemli düşünmeyi” öğretmeye vesile olmuş Prof. İskender ÖKSÜZ Beğ’in, nâm-ı diğer Ayhan TUĞCUGİL’in “eseri”ni çağrıştırıyordu, “Nizâm-ı Âlem Ülküsü-1” isimli “eser” de..”Gaye-Hedef-Netice-Vesile-Metod…” İslâmî Terminoloji”nin çokca kullanıldığı, elbette ki, “tarihî inkirâz”lar sebebiyle, “Cumhuriyet Çocukları”na çok da “yabancı” kalmış mefhumlar: “İmam,imamet,cihad,şurâ…” “Kaatil” Haluk KIRCI’nın da, yine “bir dönemin nesilleri”nden “Osman BAŞER”in de; “Abdussamed KARAKUŞ”un da; “Muhiddin YANIK”ın da; “Takriz” yazdığı bir “eser…”

“Bir solukda” denilecek şekilde okuduğum bir “eser..”Gayet de “yeni bilgiler” öğreniyor, “yabancı kaldığım mefhumları”n ‘anlamları’nı da “anlama”ya çalışıyordum.”Ne kadar güzel bir eser, âyetlerle, hâdislerle, bazı İslâm Âlimlerinin eserlerine atıflarla” ‘süslenmiş’, âdeta beni cezbediyordu.

Bahse mevzû “Nizâm-ı Âlem Ülküsü-1-Muhammed Mücahid Alparslan”ın “eser”inin ne zaman ki “Millet ve Milliyetçilik” ‘bölümü”ne geldim; “birikim”lerimi “yoklamaya” başladım..”Millet ve Milliyetçilik” ‘bölüm’ünün sayfa 156’dan itibaren “İslâm Milleti…İslâm Milleti” diyor ve sayfa 172’ye gelince de, “ilk defa” “İslâmcılık” mefhumunu kullanarak; “İslâmcılık zihniyeti yerleşti” diye yazıyordu…

Bırakınız “Türk Milliyetçiliği”ni, “Ülkücülüğü”, “Alp-Erenliği”, “Nizâm-ı Âlem Ülküsü” ile “Nizâm-ı Âlem Ülkücülüğü” ile “İslâmcılığın” ne alâkası olabilirdi ki? Şimdilerde, bilhassa da “İslâmcılık Tartışmaları” ile  daha da “iyi anladığım”;aslında “İslâmcılık da profan, beşerî ve dünyevî bir ‘i-de-o-lo-ji’dir ve hattâ “İslâmcılığın Pîrleri” de “Masonik”liğe kadar ‘da-ya-nı-yor’du…

Maateessüf ki, “titrisiz mütefekkir” Taha AKYOL’un da bir gazetenin “ilâve”sine verdiği “röportaj”da, benim “ilk defa” okuduğum; “Bediüzzaman da İslâmcıydı” ‘tesbit’i, bir “vakıâ” olarak, bir “realite” olarak, neredeyse “topyekûn İslâmcılar”ın çok “rahat”lıkla kullandıkları “Millet-i İslâm”, “İslâm Milleti” mefhumunu da, böyle bir “fikir, düşünce cenâhının terminolojisi”ni de meydana getiriyordu..

“İSLÂMCILAR”IN ‘ÜTOPİK’LİĞİ

“…Bütün Müslümanlar ‘İslâm Milleti’ idi. Osmanlı Devleti’nde de vatandaşlar dinî, kültürel ve idarî taksimatta “Hristiyan Milleti”, “Yahudi Milleti”, “İslâm Milleti”  gibi din esasına dayalı bir ayrım vardı. Osmanlı Devleti’nde dil ve ırk farkına bakılmaksızın bütün Müslümanlar tek bir millet idi.

Nitekim bu anlayış, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir bakıma kuruluş tapusu niteliğinde olan Lozan Antlaşması’nda da karşımıza çıkar. Türkiye’de yaşayan bütün Müslümanlar, etnik köken farklılıklarına bakılmaksızın tek bir millet kabul edildi ve bu milletin adı da “Türk Milleti” oldu. O zamandan bu zamana toplumsal birliktelik yapısı olarak, hukuken ve siyaseten Türkiye’deki bütün Müslümanlar, “Türk Milleti” diye bilinir. Hattâ “Türk Milleti” terimi içinde Müslüman olmayan azınlıklar da dahil edilmiştir.”(2)

“İslâmcılığı ve İslâmcıları” yazıları ile “yerden yere vuran” “İcmâl Gençliği”nin “Nurullah”ına ait yukarıdaki “izahat”ları ile  “İslâm Milleti” demekle de, “İslâmcı Terminoloji”nin mefhumunu da, âdeta ‘kabul’ ediyor anlamı da çıkmıyor muydu?

Hattâ 01 Şubat 2013’de başlayan ve 20 Nisan 2013’lerde de zaman zaman devam eden “Milliyetçilik Tartışmaları”ndan da “öğreniyoruz” ki; muhterem “hukukçu-tarihçi” Mehmed Niyazi ÖZDEMİR Beğ’in “izahat”ları ile “Türk” mefhumu da, tıpkı “Turanî kavimler”den olan “Ekrâd”ı, “Kürtler”i de “kapsayan”, “Turanî Kavimlerin ortak adı” idi. Bu sebeptendir ki, “Göktürkler”den sonra, ne “Selçuklular”, ne de “Osmanlılar”, kurdukları “Devlet”e “Türk” ismi verme ihtiyacı da duymamışlardı…(3)

Elbette ki,”Nizâm-ı Âlem Ülküsü-1” isimli “eser”de de vurgulandığı üzre,  “İslâmcı Cenâh”a göre “millet=din=İslâm=Şeriat”; dolayısiyle de “milletimiz” derlerken de, “dinimiz=İslâmımız=Şeriatimiz” demek istiyorlardı da…

“Tarih”le, “Tarihe Bakışta”, muhtelif sebeplerden “problemler” yaşayan “İslâmcı Cenâh”ın, “Prof.” Seviyesindekilerine kadar,”Müslümanlar Tek Millettir, o da İslâm Milleti’dir”, demelerini, bırakın “Tarih”i; günümüz ‘Dünya’ ve ‘Türkiye Gerçeği’ni ‘gö-re-bil-di-ği-miz-‘de, doğrusu pek de “aklım”, “hafsalam” almıyor..Bu sebepten olacak ki, “Türk Milliyetçiler”inin, Türkiye’mizdeki “Milliyetçi Camia”nın “temel kabulleri”nden olan; “Tarih, milletler mücadelesidir”i ile âdeta “alay” eden “İslâmcılar” ise; tıpkı günümüz Türkiye’mizdekilerin “son temsilcileri” diyebileceğimiz ve belki de ismine “Uçukistan-Hürriyet-Adalet-İttihad-ı İslâm-Haftalık Dergi” demek elzem olan “Sancaktar Zihniyeti” gibi “çoook Ütopik”, “çoook Hayalci” olmaktan da kurtulamamaktadırlar..Burada, “dip not”larla, yazımı “şişirmek” istemiyorum; zaman zaman Hakan ALBAYRAK’ların, Adem KÖSE’lerin “Hilâl TV”lerde söyledikleri, “Star”da yazdıkları da “çoook ütopik”, “çoook hayal ürünü” ‘düşünceler’dir.

Yahu, Allah(c.c.) aşkına, böyle bir “Dünya ve Türkiye Gerçeği”nde, “Türkiye-Suriye Birleşik Haritaları”, “Ütopik”likten başka ne anlam ifâde eder ki?!!!

NETİCE-İ KELÂM

Elhâsıl,ben de “iddia” ediyorum ki; “Küfür Tek Millet’tir”, maateesssüf, “Müslümanlar Paramparçadır…”vesselâm…

20.Nisan.2013

İsmet GÜLTEKİN

Dip Notlar:

(1): Muhammed Mücahid Alparslan, “Nizâm-ı Âlem Ülküsü-1”, Cihad Yayınları:5,Birinci Baskı, İstanbul 1990

(2): Prof.Nurullah ÇETİN, “Ulusalcılık ve Milliyetçilik Farkı”,Yeni MESAJ Gazetesi, “Türkçe Bakış” Köşesi, 06.Şubat.2013

(3): Mehmet Niyazi ÖZDEMİR ile Röportaj, Yeni ASYA Gazetesi, Nisan 2013

“TERME’MİZİN MAKÛS TALİHİ” ANCAK BÖYLE YAPILIRSA DEĞİŞİR   Leave a comment

 

Görsel

Görsel

Görsel

 

“TERME’MİZİN MAKÛS TALİHİ” ANCAK BÖYLE YAPILIRSA DEĞİŞİR:

MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ+SAADET PARTİSİ ve BÜYÜK BİRLİK PARTİSİ “SEÇİM İŞBİRLİĞİ”

(BU YAZI , BEN ‘TERME’NİN ÇOCUĞU’ “İSMET GÜLTEKİN”E AİT OLUP; MART 2014 YEREL SEÇİMLERİ ÖNCESİ,MHP’LİLERİ,SAADET PARTİLİLERİ ve HATTÂ BÜYÜK BİRLİK PARTİLİLERİ U-YAN-DIR-MAK İÇİN YAZILMIŞTIR…)

 

“Terme’nin Çocuğu” olarak, “çok sevdiğim Terme”mizin“Ülküdaşları”mı, “Alp-Erendaşları”mı ve “Gönüldaşlar”ımı, tabiri caizse “sapına kadar uyarmak” , “sapına kadar dürtmek” ve “uyandırmak”  istiyorum ve “Şanlıurfalılar deyişi ile” “Akıllarını başlarına devşirmelerini” talep ediyorum.

 Nedir o istediğim?: Terme’mizdeki Milliyetçi Hareket Partisi ile Saadet Partisi ile hattâ Büyük Birlik Partisi ile bir “seçim birlikteliği” ile önümüzdeki Mart 2014 Yerel/Mahallî İdareler Seçimine iştirak ederek; “kuvvetle muhtemel” mevcut  “AKP’li AHMET HAMDİ YİRMİBEŞOĞLU”nun şahsında “müşahhaslaşmış” “kirli statüko”yu zirû zeber ederek; sahiden, gerçekten “Terme’nin  Makûs Talihi”ni “değiştirmek; sahiden, gerçekten “Terme’deki taşları yerlerinden oynatmak”; sahiden,gerçekten  “Terme’nin İstikbâle uzanan  gelişmiş çehresine” doğru mesafeler katedebilmek…

Şayed “rağmenlere rağmen”, “her türlü ‘Genel Merkez’ handikapleri” de dahil; “aşılarak; sadece ve sadece  “Terme’mizin sahiden makûs talihini değiştirebilmek” ‘niyet’ ve ‘ameli’ ile “böyle bir seçim işbirliği” ile “sahiden de Terme’mizin makûs talihi” de sahiden değişecektir.. Amma “Genel Merkez” handikapleri dahil, her türlü “nefs-i emmare” dolu handikapler de aşılarak; “Terme’mizin daha güzel günlere”, “emin ellerde” mesafe katedeceğine, “Terme’nin çocuğu” olarak cân-ı gönülden inanıyorum…

Elli yıka yakın bir süre “Terme Milletvekili” çıkmamışken; geçen yıllarda “Terme Milletvekili” olarak ‘seçilmiş’ Fatih ÖZTÜRK’ten, sahiden, elimizi vicdanımıza koyarak, beklediğimiz, ümit ettiğimiz “Terme’ye hizmetleri” görebildik mi?

Geçen 29 Mart 2009 Yerel/Mahallî İdareler seçiminde, “bağımsız “olarak da, yahut o tarihlerde “kapanmamış” olan “Anavatan Partisi”nden “Terme Belediye Başkanı Adayı” olmak yerine; “AKP Tek Başına İktidar; Tek Başına İktidardan aday olursam daha fazla ‘Terme’ye Hizmet Ederim’”, düşüncesindeki mevcut “AKP’li Belediye Başkanı Ahmet Hamdi YİRMİBEŞOĞLU”nun, sahiden de “Terme’mize daha fazla hizmet ettiğini, daha fazla hizmeti Terme’mize celbettiğini” kaçımız söyleyebiliriz ki?!

www.millimefkure.com isimli  web sitemde, hattâ zamanında, yıllar önce hâlen haftalık periyotlarla neşredilen “Terme Bilgi Gazetesi”nde, hem “Terme Milletvekilliği” mes’eleleri ile ilgili hem “Genel” ve Local-Yerel-Mahallî Seçim Sonuçları Tahlil Yazıları” yazmış biri olarak; hattâ “Terme’mizin Siyasî Meteorolojik Şartlarına” hemen hemen vâkıf bir “Terme Çocuğu” olarak; inanıyorum ve özlüyorum ve işte yine tekrarlıyorum ki; çocuklarımızın, gençlerimizin, evlâtlarımızın geleceği, istikbâli namına muhakkak bir şekilde Terme’mizdeki MHP+Saadet Partisi ve hattâ BBP İlçe Teşkilatları “yerel seçim işbirliği” ile Mart 2014’deki “yerel seçimlere” iştirak ettikleri takdirde; “birikmiş, yıllanmış, çürümüş, kokuşmuş” “Terme Yerel-Mahallî Yönetim” e çok daha  taze bir kan gelmiş olacak, sahiden de Terme’mizin değiştirilememiş kötü geleceği de değişecektir…

 

                           TERME’DEKİ REEL-HAKİKÎ DURUMLAR

Geçen  Nisan 2013 başında “uzak diyâr”lardan yine ‘Terme’ye’ gelmiştim. Çünkü ben “Terme’nin Çocuğum” ve ailem ve çocuklarım da “Terme”deler.. Samsun’un neredeyse “Türkiye Geneli Ayarındaki Günlük Gazeteleri” nden “Samsun HABER” gazetesinde, 11-12-13 Nisan 2013 tarihli sayılarında, “Samsun ve İlçeleri Siyasî Meteorolojik Şartlar”dan; “yerel siyasî meteorolojik şartları” ortaya koyan  bir “araştırma şirketi”nin “anket sonuçları” yayınlandı. Her zamanki gibi, Ladik Belediye MHP; Tekkeköy Belediye ile Atakum Belediye CHP; Vezirköprü-Havza–Terme Belediyeleri ise AKP’yi gösteriyordu..

Evet, önümüzdeki “yerel-mahallî idareler seçimi”, neticede “Beldelerin sonlandırıldığı”, “Büyükşehir Kanunu”nun düzenlemelerine göre yapılacak..Yani, demek istiyorum ki, ki Terme’mizde “reel-hakikî durum”, Vezirköprü, Havza  yahut Bafra’ya hiç de “benzememekte”dir..”Samsun HABER” gazetesinin bu ilgili haberini ilk okuduğumda, bakın gazetenin kenarlarına neler yazmışım: “TERME’DE MHP+SP İşbirliği ile Ancak AKP Yenilir.” Akıllılık ile neden olmasın? ‘Anlaşma’ ile ‘pazarlık’ ile neden olmasın?  Başka türlü mümkünatı yok. “Denge”lerin, “statükolar”ın değişmesini istiyorsak; sahiden “değişim” isteniliyorsa MHP ile Saadet Partisi anlaşmalı..’Yeni Bir Terme İçin’, MHP+SP birlikteliği…”

“Terme’nin Belediye Başkanı Çıkartma Geleneği” ise “Sakarlı Beldesi” “merkezlidir. Mevcut AKP’li Belediye Başkanı Ahmet Hamdi YİRMİBEŞOĞLU da, “Sakarlı Belediye Başkanlığı”ndan “Terme Belediye Başkanlığı”na “uzanmıştır…” Benim bildiğim, “iki aday” olabilir: Biri, MHP Sakarlı Belediye Başkanlığı  yapmış olan İzzet BODUR Beğ ile ikincisi, taa 29 Mart 2009 ‘da Saadet Partisi Belediye Başkanı Adayı olmuş ve hâlen de Mart 2014’deki Belediye Başkanlığına Saadet Partisi’nden adaylığını koymuş olan, İstanbul’da ikamet eden Av. Ali YÜKSEL BEĞ…

“Terme’nin Çocuğu” olarak demek istiyorum ki; herne kadar “Büyükşehir Kanunu”nun düzenlemeleri ile “Beldeleri kaldırılmış” bir şekilde “Terme Belediye başkanlığı Seçimleri” yapılacak olsa da; şayed Mart 2009’daki gibi MHP ile Saadet Partisi “seçim birlikteliği” yine yapamayıp yine ayrı arı yerel seçimlere girseler; “yemin etmeyeyim” amma ‘kuvvetle muhtemel’ yine “Terme Belediye Başkanlığı” ‘değişmemiş’ olacaktır..Dolayısiyle, “Terme’mizin makûs talihi de değişmemiş” olacaktır..

Tıpkı bir “Genel-Milletvekilliği Seçimleri”nde yapılan “seçim ittifakı” gibi, “MHP+RP+IDP” ‘seçim ittifakı’ gibi, hattâ her “yerel-mahallî seçimler”de, Türkiye’mizin bazı “Belediye Başkanlığı Seçimleri”nde, bazı yerlerde “uygulama”da yapılan “seçim işbirlikleri”, Mart 2014’de de, “Terme”mizde de neden yapılmasın ki??

MHP %19,6 ve Saadet Partisi %24,1…İşte “Samsun HABER”deki en son “veri”ler.. AKP ise %33,4…

Ben düşündüm, “Terme’nin Çocuğu” olarak sizlerle de paylaştım..

Ey MHP’liler!!! Ey Saadet Partililer!!! Hattâ Ey Büyük Birlik Partililer!!!

Teşkilatların sorumluları, teşkilatların ilgilileri, teşkilatların yetkilileri;

“Sizler Hiç Düşünmez misiniz?”

Bazı “Ülküdaşlar”ımız, bazı “Türk Milliyetçisi” kardeşlerim, bazı “Alp-Erendaşlar”ım; “Efendim, Millî Görüş Hareketi’nin, Erbakan Hareketi’nin Samsun’da ne ağırlığı var ki?”, diye düşünebilirler…

“Kör müsünüz?”, yedi satır yukarıdaki “veri”leride mi “görmüyorsunuz?”

Benden bu kadar…

20.Nisan.2013

İsmet GÜLTEKİN

İsmet_gultekin@mynet.com ve metgultekin@hotmail.com

“İ’LÂ-YI KELİMETULLAH” NASIL YAZILIRDI YAHU?!   Leave a comment

Görsel

Görsel

 

“İ’LÂ-YI KELİMETULLAH” NASIL YAZILIR YAHU?!

Türkiye’mizin mes’eleleri 2013’lerde de bitmiyor..Bir zamanlar bilhassa “resmî ideoloji”nin “baskısı” ile “ayrı bir dil, ayrı bir lisân” olarak “kabul” e-di-le-me-yen “Kürtçe” mevzunda, “devlet kanalı TRT” bile artık “TRT-Zazaki” “kısımları” da açmış vaziyette. Ancak ne acı “hakikat”tir ki, bence bu “hakikat”, maateessüf “EKRAD-I Bİ İDRAK/İDRAKSİZ KÜRTLER”  dedirtecek türden: Onca “emperyal gayretler”le demek lazım; daha geçen “eğitim sistemi süreci”nde kopartılan onca “emperyal cayırtılara” rağmen; “Kürtçe’yi seçmeli ders olarak tercih edenlerin sayısı otuz bini” bile bulmuyor..Çünkü, “Kürtçe” ile “iki dil’li” bir “toplum” teşkil ettirilip, “millet bütünlüğümüz parçalanmak” isteniliyor…Maateessüf, 2013’ler Türkiye’mizdeki “Kürtlere”, “Ekrad”lara “idraksiz, idrakden mahrum” dedirtecek ikinci husus ise hâlâ “APO”nun “Ermeni” olduğunu ve “gerçek ismi”nin de “Artin Agopyan” olduğunu an-la-ya-ma-ma-ları…

YA “TÜRKÇE”MİZ?!

Yine bir zamanlar “resmî ideoloji”nin “baskısı” ile okullarda meslektaşlarımız, öğretmenlerimiz; “Çocuklar, bak bu “Türk Alfabesi”dir” diye “Latin Alfabesi”ni, “Türk Alfabesi” diye “yutturmaları…” Hele bir de aslında “İslâm Alfabesi” demeli belki de; “öğrenmenin çok güç olduğu”, bu sebeple “okuma-yazma oranımızın düşük” olduğu “yalanları…”2013’ler Türkiye’sinde bile onca “devlet-hükûmet gayretleri”ne rağmen, hâlâ %100’lük “okuma-yazma bilen bir topluma” kavuşamadık. Üstelik, “son yıllarda”, “okullarımız”da öyle handikaplar yaşanıyor ki; âdeta istikbalde “Üniversitelerimiz” “gençlerimize” “okuma-yazma ve dört işlem öğretecek” ‘kerte’ye irtifâ edecekler de dedirtiyor!!!

“İslâmî, İslâmcı, yandaş medya”yı geçtik, “Türk Ocakları Derneği”nin 100 yılı aşan “Türk Yurdu Dergisi”nde bile öyle “Uydurukça, bozuk Türkçe” ile dolu affedersiniz “sözcük”ler, “olanak”lar, “olasılık”lar, “yanıt”lar vesaire kullanılıyor ki!!!

TERKİPLER-TERKİPLİ KELİME GRUPLARININ ÇOK YANLIŞ YAZILIŞLARI

Türkçemiz’deki “alfabe değişikliği”nden kaynaklanan yahut daha “ağır” ifâde edeceksek; “bir gecede bir toplumu, ecdadının mezartaşlarını bile okutamayacak dereceye getiren, cahilleştiren  İslâm’a yapılan “büyük darbe”den sonra” yaşadığımız mes’eleler: “t” ve “d” ile “kaf” ve “kef” gibi  mes’eleler…Meselâ, “Hz. Muhamme(t)” diye mi yazacağız hâşâ yoksa “Hz. Muhamme(d)” diye mi? Sahi, “Hakkâri” nasıl yazılıyordu ve söyleniliyordu ki?!

Üstelik bir de “Osmanlı Türkçe”sinden, “Osmanlıca” dan kalma “terkipli kelime grupları”nın çok ciddı “fikir-düşünce hareketleri”nin “yayın organları”nın, hem de “ilk sayfaları”nda bile “çok yanlış” yazılışları: Son zamanlarda, “tirajı” yüzbinlere doğru giden “Baş Hareketi-İcmâl Gençliği”nin “günlük yayın organı” ‘Yeni Mesaj”ın, geçen aylardaki bir “ilk sayfası”nda, “İlahi Kelimetullah” şeklinde yazılışlar…Hele de bazı “fikir-düşünce adamları”nın bile “şiir”lerinin sonunda “Nizam-ı Âlem ve İlahi Kelimetullah” diye yazarlarken; yaptıkları “büyük yanlış…”

Neredeyse bir seneyi aşan süredir, bilhassa da “İ’lâ-yı Kelimetullah”ın “yanlış yazılışları”nın “fikrî takibi”ni yapmaktayım.. Daha geçenlerde okuyup bitirdğim kitabın ismi “İ’lâ-yı Kelimetullah ve Cihad” idi. “Terkipli kelime grubu”, ne kadar da “doğru” yazılmış; “İlahi Kelimetullah ve Cihad” diye yazılmamışdı yani…

Bugün, “fikrî-düşünce seviyesi” ne “değer” verdiğim; “İhsan ŞENOCAK” mahreçli “aylık dergi HÜKÜM”ün kapağını gördüm: “İ’la-i Kelimetullah” diye yazılmış…

18. asırdaki Osmanlı toplumu insanları, “memleket-i …………” şeklinde, “memleket”lerini bile “terkipli” yazarlarmış; meselâ “memleket-i semerkand” gibi..

Şahsen, ben, oğullarıma “terkipli kelime grupları”nı okurken, her defasında, “sondaki başa alıp da öyle anlayın” derim…

Çok basit bir “arama motoru-internet” incelemesi ile “İ’L”nın “yüceltme, ululaştırma, ulvîleştirme” olduğu; “KELİMETULLAH”ın ise “Allah’ın kelimeleri, ilâhî kelimeler, âyetler”, yani “Kur’an-ı Kerim” olduğu anlaşılabilir di halbu ki…

“İlahi Kelimetullah” diye yazınca tıpkı “Cumhuriyet Halk Partisi” gibi, tıpkı “Ulus-Devlet” terkipleri gibi, affedersiniz “sal-la-mış” olmuyor muyuz???

ELHÂSIL: Bence, “İ’LÂ-YI KELİMETULLAH”, asla ve kat’a ne “İLAHİ KELİMETULLAH” diye yazılabilir, ne “İ’LÂ-İ KELİMETULLAH” diye, ne de “İ’LÂ(Y)-I KELİMETULLAH-İ’LÂY-I KELİMETULLAH” diye yazılabilir…Ya-zı-la-maz…

04.Nisan.2013

İsmet GÜLTEKİN

“İ’LÂ-YI KELİMETULLAH” NASIL YAZILIRDI YAHU?!   Leave a comment

Görsel

Görsel

 

 

“İ’LÂ-YI KELİMETULLAH” NASIL YAZILIR YAHU?!

Türkiye’mizin mes’eleleri 2013’lerde de bitmiyor..Bir zamanlar bilhassa “resmî ideoloji”nin “baskısı” ile “ayrı bir dil, ayrı bir lisân” olarak “kabul” e-di-le-me-yen “Kürtçe” mevzunda, “devlet kanalı TRT” bile artık “TRT-Zazaki” “kısımları” da açmış vaziyette. Ancak ne acı “hakikat”tir ki, bence bu “hakikat”, maateessüf “EKRAD-I Bİ İDRAK/İDRAKSİZ KÜRTLER”  dedirtecek türden: Onca “emperyal gayretler”le demek lazım; daha geçen “eğitim sistemi süreci”nde kopartılan onca “emperyal cayırtılara” rağmen; “Kürtçe’yi seçmeli ders olarak tercih edenlerin sayısı otuz bini” bile bulmuyor..Çünkü, “Kürtçe” ile “iki dil’li” bir “toplum” teşkil ettirilip, “millet bütünlüğümüz parçalanmak” isteniliyor…Maateessüf, 2013’ler Türkiye’mizdeki “Kürtlere”, “Ekrad”lara “idraksiz, idrakden mahrum” dedirtecek ikinci husus ise hâlâ “APO”nun “Ermeni” olduğunu ve “gerçek ismi”nin de “Artin Agopyan” olduğunu an-la-ya-ma-ma-ları…

YA “TÜRKÇE”MİZ?!

Yine bir zamanlar “resmî ideoloji”nin “baskısı” ile okullarda meslektaşlarımız, öğretmenlerimiz; “Çocuklar, bak bu “Türk Alfabesi”dir” diye “Latin Alfabesi”ni, “Türk Alfabesi” diye “yutturmaları…” Hele bir de aslında “İslâm Alfabesi” demeli belki de; “öğrenmenin çok güç olduğu”, bu sebeple “okuma-yazma oranımızın düşük” olduğu “yalanları…”2013’ler Türkiye’sinde bile onca “devlet-hükûmet gayretleri”ne rağmen, hâlâ %100’lük “okuma-yazma bilen bir topluma” kavuşamadık. Üstelik, “son yıllarda”, “okullarımız”da öyle handikaplar yaşanıyor ki; âdeta istikbalde “Üniversitelerimiz” “gençlerimize” “okuma-yazma ve dört işlem öğretecek” ‘kerte’ye irtifâ edecekler de dedirtiyor!!!

“İslâmî, İslâmcı, yandaş medya”yı geçtik, “Türk Ocakları Derneği”nin 100 yılı aşan “Türk Yurdu Dergisi”nde bile öyle “Uydurukça, bozuk Türkçe” ile dolu affedersiniz “sözcük”ler, “olanak”lar, “olasılık”lar, “yanıt”lar vesaire kullanılıyor ki!!!

TERKİPLER-TERKİPLİ KELİME GRUPLARININ ÇOK YANLIŞ YAZILIŞLARI

Türkçemiz’deki “alfabe değişikliği”nden kaynaklanan yahut daha “ağır” ifâde edeceksek; “bir gecede bir toplumu, ecdadının mezartaşlarını bile okutamayacak dereceye getiren, cahilleştiren  İslâm’a yapılan “büyük darbe”den sonra” yaşadığımız mes’eleler: “t” ve “d” ile “kaf” ve “kef” gibi  mes’eleler…Meselâ, “Hz. Muhamme(t)” diye mi yazacağız hâşâ yoksa “Hz. Muhamme(d)” diye mi? Sahi, “Hakkâri” nasıl yazılıyordu ve söyleniliyordu ki?!

Üstelik bir de “Osmanlı Türkçe”sinden, “Osmanlıca” dan kalma “terkipli kelime grupları”nın çok ciddı “fikir-düşünce hareketleri”nin “yayın organları”nın, hem de “ilk sayfaları”nda bile “çok yanlış” yazılışları: Son zamanlarda, “tirajı” yüzbinlere doğru giden “Baş Hareketi-İcmâl Gençliği”nin “günlük yayın organı” ‘Yeni Mesaj”ın, geçen aylardaki bir “ilk sayfası”nda, “İlahi Kelimetullah” şeklinde yazılışlar…Hele de bazı “fikir-düşünce adamları”nın bile “şiir”lerinin sonunda “Nizam-ı Âlem ve İlahi Kelimetullah” diye yazarlarken; yaptıkları “büyük yanlış…”

Neredeyse bir seneyi aşan süredir, bilhassa da “İ’lâ-yı Kelimetullah”ın “yanlış yazılışları”nın “fikrî takibi”ni yapmaktayım.. Daha geçenlerde okuyup bitirdğim kitabın ismi “İ’lâ-yı Kelimetullah ve Cihad” idi. “Terkipli kelime grubu”, ne kadar da “doğru” yazılmış; “İlahi Kelimetullah ve Cihad” diye yazılmamışdı yani…

Bugün, “fikrî-düşünce seviyesi” ne “değer” verdiğim; “İhsan ŞENOCAK” mahreçli “aylık dergi HÜKÜM”ün kapağını gördüm: “İ’la-i Kelimetullah” diye yazılmış…

18. asırdaki Osmanlı toplumu insanları, “memleket-i …………” şeklinde, “memleket”lerini bile “terkipli” yazarlarmış; meselâ “memleket-i semerkand” gibi..

Şahsen, ben, oğullarıma “terkipli kelime grupları”nı okurken, her defasında, “sondaki başa alıp da öyle anlayın” derim…

Çok basit bir “arama motoru-internet” incelemesi ile “İ’L”nın “yüceltme, ululaştırma, ulvîleştirme” olduğu; “KELİMETULLAH”ın ise “Allah’ın kelimeleri, ilâhî kelimeler, âyetler”, yani “Kur’an-ı Kerim” olduğu anlaşılabilir di halbu ki…

“İlahi Kelimetullah” diye yazınca tıpkı “Cumhuriyet Halk Partisi” gibi, tıpkı “Ulus-Devlet” terkipleri gibi, affedersiniz “sal-la-mış” olmuyor muyuz???

ELHÂSIL: Bence, “İ’LÂ-YI KELİMETULLAH”, asla ve kat’a ne “İLAHİ KELİMETULLAH” diye yazılabilir, ne “İ’LÂ-İ KELİMETULLAH” diye, ne de “İ’LÂ(Y)-I KELİMETULLAH-İ’LÂY-I KELİMETULLAH” diye yazılabilir…Ya-zı-la-maz…

04.Nisan.2013

İsmet GÜLTEKİN

Posted 04 Nisan 2013 by metgultekin in Genel

SELÂM…SELÂM…   Leave a comment

Görsel

Görsel

 

 

SELÂM…SELÂM…

Her sinema filmi izleme öncesindeki değişmez-değiştirilemez düsturum da aklıma gelir: Asla “film eleştirileri”ni dikkate almayın ve lütfen “sinema filmi”ni  “sinema salonu”nda izleyin…Bu sefer de öyle yaptım tabii ki..

2013 “sinema filmi” sezonumu, çok “merak” ettiğim “Karaoğlan” filmini, bilhassa da yanlış hatırlamıyorsam; bir zamanlar “Kızıl Moskof”u “Slavlaştırdığımız”, yani “köleleştirdiğimiz” “muhteşem Türk Devleti”miz “Altınordu Devleti”mizin anlatıldığı kısımları izleyerek başlamak isterdim..Amma “yaşadığım şehre” her “sinema filmi” gelmiyor; gelse de izlemek istediğim “sinema salonu”n da gösterime girmiyor; vefatının 16. Yılında yâd edilen rahmetli ‘Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ” gibi, “Ne Mozaiği Ulan!” deyip, “mozaik”e de gitmiyorum..

Hâl böyle de olsa, yine “çok merak” ettiğim bir “Osman Sınav Filmi” de olan “Uzun Hikâye” “sinema filmi”ni ve gecikmeli de olsa “sol jargonlu” ‘Devrimden Sonra’ ‘sinema filmleri’ni DVD-CD’lerden, kendi “bilgisayarım”da izledim..”Uzun Hikâye” ‘sinema filmi’ de, ‘Devrimden Sonra’ ‘sinema filmi’ de, kabaca ‘sol cenaha’ ait mevzulu “sinema filmleri” de olsa; bilhassa benim gibi “kalem ordusu”nda yer alanlar açısından; “Sosyalist Kenan”ın diyeyim, “sürgün” gittiği veya “hicret” ettiği her şehirdeki “kalemle, fikrî ile, düşüncesi ile şahsiyetli mücadelesini”n anlatılmış olması “olağanüstü meshetti” beni.. Neredeyse bir-iki gün kendi kendime çokça söylendiğim “cümleler” oldu. Hele de “kalem”i ni “resmî ideoloji”yi temsil edenin “boynuna geçirdiği” ve “Bak işte bu da kalemin güçü!!!” dediği “film sahneleri…” “Şerefsizler!!!” lâfızları…Ve elbette bilmem kaçıncı defa ha “sürgün” diyelim, ha “hicret” diyelim, başka bir “şehre” göç eden, “şahsiyetli, şerefli, haysiyetli ‘Sosyalist Kenan Portresi…’..”

Doğrusu bu yazıyı yazarken; “Devrimden Sonra” ‘sinema filmi” ile ilgili “hiçbir şey” aklıma gelmedi!

VE “SELÂM…”

Bir gece seansında, neredeyse elliyi aşan “meraklı sinema izleyicisi” ile bir ‘sinema salonu’nda  beraber izlediğim ‘sinema filmi’ “SELÂM”, netice de beni hem “sinema tekniği” açısından, hem “Eğitim” ile ilgili “İdealist-Mefkûreci-Ülkücü Öğretmenler”in nihayeti “şehid” olmaya kadar varan “okul-öğrenci-veli-öğretmen”, “eğitim mes’eleler”inin işlenildiği ve yine bilhassa Türkiye’mizdeki “Laikçi Kesimler”ce, “Seküler Cenâhlarca” hattâ “Militarist-Darbeci-Cuntacı Zihniyetler”ce, zaman zaman “çok âdice”, “çok seviyesizce” ‘horlanan, aşağılanan, küçümsenen”; “cemaat” deyince Türkiye’mizde “ilk akla gelen cemaat “olan “Gönüllüler”den meydana gelen “Gülen Hareketi”nin Küre-i Arz’ın değişik yerlerindeki, ki “selâm” da “Afrika-Senegal;Balkanlar’da Bosna Hersek-Saraybosna ve Afganistan-Kabil”deki “Türk Okulları”nın “hikâyesi” anlatılıyor…

Sadece bu kadar değil; ömürleri yüzölçümü yediyüzbin kilometrekareyi aşan bir “cennet vatan”ın dışına çıkamamışlarca “çok zor” anlaşılacak bir “mes’ele’ olan ve ‘ırk ayrımcılığı’nı ifâde eden “Beyaz Adamlar Mes’elesi…” Öyle bir “Beyaz Adamlar”ki, “Mimsiz Medeniyet”in, “tek dişi kalmış canavar” ‘uygarlığın’, yani “Haçlı Uygarlığı”nın “Beyaz Adamları” ile adına “Gözyaşı Medeniyeti” de dediğimiz “Türk Medeniyeti”nin, “İslâm Medeniyeti”nin, “Osmanlı Medeniyeti”nin “Beyaz Adamları”nın  ‘farklı coğrafyalar”daki, “farklı kıt’alar”daki insanlara “yaklaşım”daki “muhteşem farklılıkları..”

Bir “Uygarlığın Beyaz Adamları”, sadece ve sadece “Sömürmeyi, sömürgeleştirmeyi” tasarlarken; bir başka “Medeniyet’in Beyaz Adamları” ise “size kalbimizden, dilimizden, aklımızdan zarar gelmez…Selâm…Selâm…” ile “yaklaşımları…” Bilhassa Afrika kıt’asındaki, Senegal’de yaşanılan “ırk ayrımcılığı”, “Beyaz Adam” imajı..

Bosna Hersek’de, Saraybosna’daki “Türk Okulu”ndaki “Adem Öğretmen”in, bir “Sırp Milliyetçisi gencin elinden, bir Bosnalı öğrencisini” kurtarırken “şehâdete ermesi”, “şehid” olması…

Sadece bu kadar değil; mezkûr zihniyetlerce çokça küçümsenen “yaşadıkları insanî, beşerî aşklar…” “Haberin var mı?” ‘türküleri’ne uzanan “beşerî aşk hikâyeleri…”

Sadece bu kadar da değil; Afrika kıt’asında “bir suyu kuyusu açabilmek için ‘isimsizlerce’ gösterilen fedakârlıklar…

Ve “2012 Türkçe Olimpiyatları”na “Kürtçe”nin de “eklemlendiği” ‘Türkçe Olimpiyatları’ndaki “muhteşem çoşku” ve “beşerî aşk hikâyesi” ile “Selâm” ‘sinema filmi”nin bitişi…

SON SÖZ:

Tamamiyle “Gönüllüler”den meydana gelen ve haklarında “Silâhsız Gladyo”dan tutunda “USA Uşaklığı”na kadar “taarruzlar” yapılan bir “Gülen Hareketi”nin de “sinema filmi” olan “SELÂM”ı izleme esnâsında; “film”deki “Bir Baba”nın da dediği “Ne işleri varmış Afrika’da, Afganistan’da, Bosna-Hersek’de, Saray-Bosna’da?”, diye de bir an düşünebiliyor ve içinizden de çok şeyler geçiyor olabiliyor…Meselâ, “YGS-2013”lerde bile onbinlerce, yüzbinlerce “sıfır çekme”lerin olduğu, hele de hâlâ “Aşiret yapısı”nın geçerli olduğu ve “eğitimdeki başarı sıralaması”nda “81.sıra”dan kurtulamayan “Şanlıurfa Coğrafyası”nda, hattâ “Bölge” deyince aklımıza gelen “coğrafya”da, neden daha fazla “gayret” göstermiyorlar,” önce Türkiye’yi kurtarsalar ya!”, diye de düşünebiliyorsunuz…

Hattâ “YGS-2013” neticesi, “Cemaatin de okulları çöktü!” ‘realitesi” karşısında, meselâ bir Matematik testindeki sekizyüz otuz binden fazla “sıfır çeken nesilleri” ‘sıfır çekmekten kurtarsalar ya!”, diye de düşünebiliyorsunuz…

Elhâsıl, hep aklımda “İran Sinemaları”ndaki “öğretmen filmleri”ndeki “kaliteli öğretmen filmleri…” Daha geçende tekrar izleyeyim deyip de izleyemediğim “idealist-mefkûreci-ülkücü köy öğretmeni”ni anlatan “Küp” ‘sinema filmi…’ Ve elbette pek de izleyemediğim “Hint Sinemaları”ndaki “sıradışı öğretmen filmleri…”

Evet, “Selâm…Selâm…”

“İllâ gîlen selâmen selâm…”

04.Nisan.2013

İsmet GÜLTEKİN

Posted 04 Nisan 2013 by metgultekin in Genel

Tagged with ,